“İlk ve son aşkımdın gençlik çağımda, sevgi çiçeğimdin gönül bağımda, öyle yer etmiştin kalp otağımda, sıla mı, gurbet mi, adını sen koy, adını sen koy.”
Böyle iyi bildiğim şarkı sözlerini okurken müziği de aynı anda aklıma, kulağıma gelir, hatta dayanamazsam okumayı bırakırım, şarkı dilime dökülür. Sonra bir bakarım aynı sözleri okuyan, hiç tanımadığım biri de aynı şeyi yapmış. İkimiz yan yana gelsek belki konuşacak çok az ortak konu buluruz ama işte böyle şarkılar sözleriyle, çağrışımlarıyla bizi buluşturur.
Bu sözleri söylerken kelimeleri tek tek düşünür müyüz? Düşünmeyiz tabii ki. Anılarımız bizi alır götürür, zaten amaçları da budur . Oysa böyle içli içli söylerken aynı görünen bu sözler binlerce insanın her biri için bambaşka anlamlar taşır. Her biri gençlik sevdasını özlemle anarken; her birinin hikayeleri, o hikayelerdeki gençlerin kimlikleri, onların aileleri, olan bitenin aslı astarı bambaşkadır.
Şimdi konu inanç meselelerine gelince, düşünüyoruz ki bütün dünyada “tanrı, ilah, peygamber, cennet, cehennem, yaşam, ölüm” kavramları hep aynı anlamda. Ancak bu konulara biraz meraklı olup inceleyince, her ülkenin bir yana, her kültürün bile inancında kullanılan bu kelimelerin taşıdığı asıl anlamın bambaşka olduğunu öğreniyoruz. Konuyu biraz daha daraltıp dört büyük din ile sınırladığımızda daha ortak anlamlara vardığımızı umarak rahatlıyoruz, araştırmamıza devam ederken de o kelimeleri yine kendi yetiştiğimiz kültürün inancında benimsediğimiz anlamlarıyla algılayıp, okuduğumuz metni ona göre yorumluyoruz. İşte o zaman bazı yerlerde, o bildiğimiz anlamlarından başka anlamlar taşıdıklarını fark ediyoruz. Gerçek anlamını, yani o yazıyı, metni yazanlar tarafından amaçlanan anlamını öğrenmek üzere daha derin araştırmalara giriyoruz. Sonuç olarak, yeniden öğrendiğimiz o kelimeler, anlamlarıyla önceden bildiğimizden emin olduğumuz bambaşka anlama sahip oluyorlar, daha doğrusu zaten öylelerdi ama biz yeni fark etmiş olduk.
Ama bunun adını kim koyuyor? Kim aynı kelimelere bambaşka anlamlar yüklüyor da bizim yanılmamıza sebep oluyor? Yine biz. İnsan olan biz yani. Aslında bu tuhaf değil, çünkü bizim yaradılışımız böyle. Tanrı bizzat kendisi en başta insana, diğer canlılara isim koyma görevini verdi. “RAB Tanrı… Onlara ne ad vereceğini görmek için hepsini Adem’e getirdi. Adem her birine ne ad verdiyse, o canlı o adla anıldı. Adem bütün evcil ve yabanıl hayvanlara, gökte uçan kuşlara ad koydu.” (Yaratılış 2:19-20). Sonra ne oldu? O çok iyi bildiğimiz Babil Kulesi olayında (gerçekten biliyor muyuz, yoksa duyduklarımız sayesinde bildiğimizi mi düşünüyoruz) diller farklılaştı, insanlar aynı şeyler için başka başka dillerde başka adlar kullanır oldu. Birbirimizi anlamakta zorluk çekmemizin sebebi olarak insanlar çoğunlukla tek dilden birçok dile geçilen bu olayı gösterirler, ancak ben meselenin sadece ‘yabancı dil’ olmadığını düşünüyorum. Tıpkı bu yazının en başında mırıldandığımız (çünkü ben yazarken mırıldandım) o şarkının hikayesinin hepimiz için farklı olması gibi, kullandığımız o aynı kelimeler, konu inanç olsa bile, aklımızda, yüreğimizde farklı anlamlara sahip, çünkü hepimiz için taşıdıkları ‘geçmiş’ başka. Adını sen koyuyorsun, çünkü senin için o şey başkasının düşündüğünden farklı bir anlam taşıyor. Çoğunlukla kelimenin ilk kullanıldığı zamana ulaşmak mümkünse, yanıt orada oluyor. Ancak bu kelimelerin çoğu için neredeyse imkansız.
Yine de bilmeyenler için bir örnek vereyim: Hristiyan kelimesini biliyoruz, kullanıyoruz. Bu adı kim verdi? Tanrı mı verdi? Adını yine sen koydun. İncil’de Elçilerin İşleri bölümü 11:26’da şunu okuyoruz: “Öğrencilere ilk kez Antakya’da Mesihçiler adı verildi.” . Sonrasında bu kullanımın nasıl hızla yayıldığını görüyoruz. Pavlus bölge kralı Agrippa’nın huzurunda yargılanırken bu kelimeyi kullanıyor: “Agrippa Pavlus’a şöyle dedi:’Bu kadar kısa bir sürede beni ikna edip Mesihçi mi yapacaksın?’” (Elçilerin İşleri 26:28). Mesih, İbranice’de ‘yağla kutsanan, atanan’ anlamını taşıyan bir kelime. İsa Mesih’in yeryüzünde olduğu dönemin hakim dili (günümüzün İngilizcesi gibi) Grekçe idi ve Mesih kelimesinin karşılığı Grekçe’de ‘kutsal yağla meshedilmiş’ anlamına gelen “hristos” kökünden geliyor. Yani ilk kullanıldığı dönemde insanlar Hristiyan kelimesini biraz küçümseme imasıyla kullanıyorlar, “bunlar Sezarcı, bunlar Müslümcü, bunlar Mesihçi” gibi.
Kutsal Kitap’ta, özellikle Musa dönemine ait kısımlarda sıkça geçen ve sıkça kullanılan, Türkçe tercümede ‘kahin’ kelimesinin anlamına hiç girmeyeceğim… Elbette aklımızda canlanan, elinde ucu parlayan taşıyla sihirli asasını tutan, ince uzun şapkalı, uzun entarili, gelecekten haberler veren adamlardan bahsedilmiyor burada. Onun araştırmasını da artık size bırakıyorum. Ancak özellikle Kutsal Kitap metinlerini incelerken, metnin anlamını irdelerken, anlamını zaten bildiğimizi düşündüğümüz o tanıdık kelimelerin gerçek anlamlarının, kendi geçmişimizle yoğrulmuş anlamlarından bambaşka olabileceğini baştan hesaba katmamız en doğrusu olacaktır. Eğer gerçeği öğrenmeye çalışıyorsak, zaten bildiğimiz şeyi doğrulamaya değil.
Nihayetinde, Babil Kulesi’nde dillerimiz değiştirilmeseydi bile, aynı kelime veya kavram hakkında farklı düşünmemiz herhalde normal olurdu. Bu bir açıdan insanın düşünce ve yürek zenginliğidir, açıkçası ben bu farklılığı severim. Ancak bir açıdan da tehlike oluşturur, özellikle konu ‘sıla mı gurbet mi biz ne desek işte o’ diyemeyeceğimiz konularda, yani inanç gibi konularda. Konu inanca gelince biraz daha netlik olmasını kendimiz de isteriz. Neyin ne anlama geldiğinden biraz daha emin olmak, buna göre adımlarımızı atmak isteriz. Sonuçta hata yapmak istemeyiz. Ancak mesele bence hatadan ziyade gerçeğin ne olduğudur.
Konu inanç ve inançtaki gerçekler olunca herkesin kendi çıkarttığı yorumlar bizi yanıltabilir, çünkü herkesin yorumu farklı olabilir, oysa konu hassas, ciddi, bizim de sağlam tanımlara ve terimlere ihtiyacımız var. Bu yüzden de adını biz koyamıyoruz. Adını aynı koyduğumuzda onların başka başka anlamlara geldiği gerçeğini de fark etmemiz gerekiyor. Mesela az evvel Hristiyan kelimesine biraz daha yakından baktık, belki daha önce bu anlama geldiğini ve ilk kez bu yüzden kullanılmaya başlandığını hiç bilmiyorduk. Aynı şekilde eğer Kutsal Kitap kapsamındaki Tevrat, Zebur ve İncil’i hiç okumamış veya biraz okumuş insanlardan biriysek, bize tanıdık gelen (melek gibi, peygamber gibi, kötü insan veya cennet gibi, hatta Tanrı gibi) terimlerin tam olarak kimliğini, neyi tarif etmek üzere kullanıldığını aslında bilmiyor olabiliriz. Bu durumda en iyi yol, bize çok tanıdık gelen bu kelimelerin geçtiği kitapların inancına sahip insanlardan bu kelimelerin asıl içerdiği anlamlarını, bu terimlere sahip olanların görevlerini, nasıl kişilere bu sıfatların verildiğini öğrenmektir. Böylelikle, araştırmalarımızda bu insanların bahsettiği sılanın, gurbetin gerçekten ne anlama geldiğini öğrenmiş oluruz.
©2024, Hristiyan Forum. Her hakkı saklıdır. | Bu web sitesi, JS Prodüksiyon tarafından hazırlanmıştır.