Memleketin dört bir yanında aynı sesler yükseliyor: Ülkelerinden kaçan mültecileri ülkemizde istemiyoruz! Bu konu o kadar bıçak sırtı bir konu ki ”merhamet gösterelim” diyenler de eleştiriliyor, “buradan gitsinler” diyenler de eleştiriliyor. Merhamet edelim diyenler savaştan kaçmış, ölüm tehlikesi ile karşı karşıya kalmış yardıma muhtaç insanlara merhamet göstermenin gerekliliğini savunuyor. Merhamet edelim diyenler bu konuyu savunurken Türk kültürünün içerisine yerleşmiş “misafirperverlik” ve “muhtaca yardım etmek” gibi erdemlere dayanarak bu  tutumda yaklaşıyorlar. Öteki tarafta da  mültecileri istemeyen bir kesim var. Mültecilerin gitmesini isteyenlerin de dayandıkları nokta ise ülkemize gelen Suriyeli ve Afgan mültecilerin, ülkemizi ekonomik, güvenlik ve sağlık konularında sıkıntıya sokacak olmaları. Kimine göre gelen mülteciler ucuz iş gücü sağlayarak çalışmak isteyen gençlerin işlerini ellerinden alıyorlar; geçen hafta Ankara’da bir gencin bıçaklanması gibi çeşitli güvenlik sorunlarına yol açıyorlar ve pandemi kaygısı içerisindeki ülkemize aşılanmadan veya herhangi sağlık tedbiri almadan giriyorlar.

 

Yazının başında da söylediğim gibi konu bıçak sırtı bir konudur, hangi tarafı tutarsanız elinizde kalıyor. Merhamet edelim derseniz mültecilerin ülke içerisinde oluşturduğu güvensizlik ortamını görmezden gelmiş oluyorsunuz ama  merhamet etmeyelim dediğinizde ise kültürümüzdeki misafirperverlik kültürünün aksi şekilde davranmış oluyorsunuz. Misafirperverlik konusunda çok iyi olduğumuz kesin; geçenlerde Diyarbakır’da yapılan bir sosyal deneyde “abi ben açım ve evsizim” diyen bir gence evlerini açıp, cümleyi söyleyen arkadaşın karnını doyuran Diyarbakırlıları izleyip duygulanmıştık.

 

İncil misafirperverlik konusunda çok açık bir şekilde şunu söyler, “Komşunu kendin gibi seveceksin”. Hatta İncil’in Romalılar bölümü (12:20) konuyu bir adım öteye götürerek: Ama, “Düşmanın acıkmışsa doyur, susamışsa su ver. Bunu yapmakla onu utanca boğarsın.” der.

 

İncil ayette geçen cümleyi İsa Mesih’in verdiği bir örnekten almaktadır. Örneğin ismi “İyi Samiriyeli” dir (Luka 10:25-37). Örnekte, bir Yahudi haydutlar tarafından saldırıya uğrar ve ölmek üzere yolun kenarında bırakılır, ihtiyaç içerisindeyken aynı dinden bir din adamı, bir yurttaşı yaralı adamın yanından geçer ama adama yardım etmez. Ama Yahudileri pek sevmeyen bir halk olan Samiriyelilerden bir kişi oradan geçerken adama yardım eder, onu bir konaklama alanına taşır, yaralı adama orada bakar ve ona bakması için hancıya para verir. İsa Mesih bu örneği verdikten sonra şu önemli soruyu sorar: Kimdir bu adamın komşusu? Bu sorunun tek bir cevabı vardır ve cevap İsa Mesih’in önem verdiği önemli bir erdemi ortaya çıkartır. Uygun zamanda gösterilen merhamet Tanrı’yı hoşnut eder. Uygun zamanda yapılan yardım sizi düşmanınızın bile komşusu yani arkadaşı yapar.

 

O yüzden bir Hristiyan olarak bize sorarsanız, ülkelerinden kaçmak zorunda kalan ve muhtaç olan insanlara yardım edelim deriz. İncil’e göre hepimiz bu dünyada konaklıyoruz, aslında evimiz burası değil ve gideceğimiz yeri özlüyoruz. Geçici evimizde (dünyada) Tanrı bizi ağırlıyor.  Öte  yandan biz de bu evde Tanrı’ya uygun olmayan bir yaşam sürüyoruz ama  yine de Tanrı bizi kovmuyor  ve bize sabır gösteriyor. O yüzden, düşmanın bile olsa, karşınızdaki muhtaç ise ona yardım et düsturu İncil’de olduğu gibi kültürümüzde de vardır. Kültürümüzün içerisinde dolanan misafirperverlik genleri sizde de mutlaka vardır, bu nedenle beni anladığınız konusunda kuşkum yok.

 

Öte yandan misafirin de misafirlikteki sorumluluğu göz ardı edilemez bir gerçek. İyi Samiriyeli örneğindeki yaralı Yahudi, Samiriyeliye olan düşmanlığını anmıyor ve yardımı kabul ediyor, hatta minnettar oluyor. Tabii daha sonra Samiriyeli ile Yahudi arasındaki durumun ne olduğundan  bahsedilmiyor. Yahudi’nin  ağzından memnuniyetsiz bir ifade duymuyoruz. O halde merhamet gören misafir de merhamet gösteren ev sahibi de alçakgönüllü, kadir kıymet bilen kişiler olmalıdır diyebiliriz.

 

Yazının başında bahsettiğim ve ülkemizde ortaya çıkan sorun, gelen ve merhamete ihtiyaç duyan insanların misafir olarak göstermesi gereken davranışları sergilemedikleri yönündeki düşüncedir. Ankara Altındağ’da bıçaklanarak ölen gencin ölümünün ardından gelişen olaylar da bu düşünceyi doğruluyor. Afganlar ve Suriyeliler kesinlikle merhamet görmeliler, merhamet görmeleri gerektiğini düşünmedikleri zamanlarda bile. Şunu da göz ardı etmemek lazım, evinize gelmiş bir misafir evin huzurunu bozuyorsa ev sahibinin merhameti sabrı kadardır.

 

Bu cümleler, ”Eğer rahat durmazlarsa mültecileri kovalım” anlamında kurulmadı. Hristiyanlar olarak her şekilde ihtiyaç sahiplerine merhamet gösterilmesi taraftarıyız. Yukarıdaki cümleleri çevremdeki memnuniyetsizliğin kaynağını açıklamak için kullanıyorum. Bu konuda memnuniyetsizliklerini dile getirenleri de haksız bulmuyorum. Mültecilerin durumlarından memnun olmayan insanların motivasyonlarını ve sebeplerini kesinlikle anlıyorum. Bu yazıyı bir kararı açıklamak için yazmıyorum, aynı şekilde bir konuda taraf olmak için de yazmıyorum. Yazının başında da belirttiğim gibi konu bıçak sırtı bir konu. Merhamet göstermek ev sahibinin işidir ancak o merhameti de uygun bir tavır ve duygu ile  almak, taşımak ve minnet duymak da misafirin işidir diye düşünüyorum.

 

Bu konu hakkında karar verecek olan yine sizlersiniz, merhamet göstermenin büyük bir erdem olduğunu İncil’den aldığım güç ile söylüyorum ve dilerim ki her durumda yardıma muhtaç bu insanlar sizden merhamet görür. Yine de sınırlarımızdan içeri giren bu insanların niyetlerinin iyi olması ve alçakgönüllülük ile misafirlik yapmaları için de dua ediyorum.

İyi bir komşu olabilmek dileği ile…

Yazı, yazar vs. arayabilirsin!