Son bir buçuk yıl içinde yaşadıklarımızı daha önce biri bize söylese, “Yok artık, uçtun iyice!” diyerek başımızdan savar, yolumuza devam ederdik. Ancak şimdi, yaşadıklarımız bizi şaşırtmıyor. Gündemimizde turkuaz liste, aşı tartışmaları, kapanmalar, maske kullanımı ve ekran üzerinden yürüyen bir hayat tarzı var.
Daha önce sanal konferans yöntemlerini kullananlar yine vardı ama artık Zoom üzerinden eğitim, toplantılar, sosyalleşme ve diğer birçok etkinlik için link oluşturmak bir mecburiyet oldu. Artık dışarı çıkmaları, dostlarımızla soframızdaki sohbetleri, ağzımızda maske olmadan özgürce dolaşmayı özledik.
Gözle göremediğimiz virüsler dünyayı şekillendiriyor. Genel olarak kabul edilen görüş ise Covid-19 virüsünün dünyayı avucunun içine almış olduğudur. Hala bu virüsün bildiğimiz gripten çok da büyük bir farkının olmadığını, virüs yoluyla abartılı bir korku ortamının yaratıldığını, bu yolla bir eşiğin aşılarak yeni bir döneme girdiğimizi düşünenler de çoktur. Ne kötü ki böyle düşünen kardeşlerimizi yargılayan da çoktur. Yargılamak yerine iyi niyetle ve koruma içgüdüsü ile inandıklarını ve sezdiklerini paylaşmak istediklerini bilmeliyiz.
Aşı karşıtlarının çoğunun aşının kendisine değil, arkasındaki senaryoya, büyük değişim planına, insanlığı kontrol altına alınmasına ve son günlerin önemli işaretlerinden biri olarak gördüklerini biliyorum.
Birçok bilim adamının aksine böyle düşünmelerinde bir sakınca yoktur. Herkesin düşüncelerini sağlıklı bir zeminde paylaşmalarını isterim. Bu nedenle aşı konusunda ne düşünüyorsanız, mümkünse lütfen “yargılamadan” yazının altına yorum olarak iletin.
Kapımızda bekleyen virüs gerçek olsa da fantastik filmlerdeki gibi anında öldüren bir etkiye sahip değildir. Buna karşın yaratılmış olan korku ortamı insan yaşamını tamamen kontrol altına almış durumda. Bu virüsten ekonomisi olumsuz olarak etkilenmeyen ülke yok. Çoğu zengin ülkelerin bunu atlatması rezervleri nedeniyle daha kolayken, onların dışında kalan ülkelerin aldığı yara kolay kapanır cinsten değil. Hatta bu pandemi döneminde yeni zenginlerin çıktığını, mevcut zenginlerin servetlerine servet kattıkları da aşikardır.
Bu virüs üretildi mi tesadüfen mi ortaya çıktı bilinmez! Ancak herkesin bu pandemi durumuna göre pozisyonlarını belirlediğinin de farkındayız.
Özellikle WHO ve aşı sahibi ülkeler aşının dağıtım politikasındaki adaletsizliği gizleyemiyorlar.
Aşı, özünde insanlığa ait bir sağlık ürünüyken, bugün aşıya sahip olan ülkeler zengin ve güçlü olan ülkelere aşıyı ulaştırmadan önce belli şartlar koşabiliyorlar. Uluslararası ilişkilerde aşı sahibi olmak masaya galip oturmak anlamına da gelebiliyor.
Bu ülkelerin, aşıyı kendi politik dayatmalarına, siyasi çıkarlarına uygun hale getirmek için hareket ettiklerini görüyoruz. Daha aşıyla tanışmayan yüzden fazla ülke var, oysa Avrupa ülkeleri, Amerika, İsrail gibi memleketlerde neredeyse aşılama tamamlanmış durumda. Afrika, Hindistan ve Ortadoğu’daki ülkelerin aşıyla tanışmaları yıllar alabilir. Bu da kitlesel adaletsizliğin her durumda gerçekleşmekte olduğunu gösteriyor. Kimi ülkelerin aşıya ulaşamamasına rağmen önde gelen süper güçlerin nüfusunun on katı kadar aşıyı stoklaması ayrı bir yazı konusu olabilir. Güçsüz, önemsiz, savaşlarla perişan olmuş, açlık ve yokluktan öte bir nedenle gündem olamayan ülkelerin halkını aşıya kavuşturması gerçekten de çok zor görünüyor.
Sadece bu durumla kalsa iyi, bazı ülkelerin aşıyı sadece ülke yöneticilerine ve ayrıcalıklı insanlara sağladığına dair haberleri de duyuyoruz. Aşılamanın ölüm korkusuna karıştığı ülkelerde parası olanın parası olmayanı ölüme terk ettiği adaletsiz bir resme bakıyoruz. Pandemi, insanoğlu ve onun tutumu konusunda bizlere bazı acı gerçekleri öğretiyor. Hindistan’da durum o kadar vahim ki insanların ölmemek için kullandıkları oksijen tüpleri hastanelerden çalınıp satılır hale gelmiş.
Birçok gelişmiş ülkede aşıya ulaşmak markete gitmek kadar kolayken insanların ölmesi büyük bir dramdır.
Geçtiğimiz günlerde bizim memleketimizde de aşının özel şirketler aracılığıyla satılabileceği söylentisi yayıldı. Bunu savunan da var, karşı çıkan da. Ancak herkes için ulaşılabilir olması, isteyenin de bir dayatma olmadan aşı olmamayı belirli sorumlulukları üstlenerek seçebilmesi gerekir.
Aslında bu pandemi döneminde gerileyen ve kaybedilen sadece para, zaman ve moral değil, demokrasi konusunda da geriye gittiğimizi söylemek mümkün. Aşı hem ülkeler hem de insanlık için önemli bir ölçüt oluşturuyor. İnsan yaşamına veya çevremize ne kadar değer veriyoruz? Bu ölçüt bir ülke ve o ülkenin yöneticileri için önemlidir. Yöneticilerin, vatandaşlarına aşıyı ulaştırma çabası, insanlara kendilerini o ülkeye ne kadar yakın hissettiklerini sorgulatıyor. Çin’in aşılamayı hastalığın birinci yılı bitmeden tamamlamış olması, ülkenin korona bazlı ölümlerini neredeyse sıfırlaması, Çin vatandaşlarını memnun etmiş midir? Ülkeler süreci ne kadar iyi yönetirlerse vatandaşlarının aidiyet hislerine o kadar katkıda bulunmuş olacaklar. Aşının bu tür bir ölçüt getirmesi hem iyi hem kötü. Aşı, vatandaşlarını bu konuda kayıran ve aşılamaya önem gösteren ülkelerin yöneticileri için önemli bir yükselme fırsatı, vatandaşlarını ölüme teslim eden ülkelerin yöneticileri için de olumsuz bir dönüm noktası olacak. Elbette yöneticilerin yavaş oluşu, ya da öngörülerinin yetersiz oluşu bu tabloyu yaratsa da asıl meselenin güçlü ülke olamamaktan kaynaklandığını da göz önünde bulundurmak gerekir. Aşı deyip geçmeyin. Aşı nelere kâdir.
Virüs gerçektir. İster üretilmiş olsun, ister diğer virüslerin ortaya çıktığı gibi tesadüfen çıkmış olsun fark etmiyor. Yaşadığımız hayatta sevdiklerimizi virüs yüzünden kaybediyoruz, bu nedenle virüsü de hafife almamak gerekiyor. Aslında virüsten korunmak o kadar zor değil. Kişisel temizliğin, mesafenin ve maskenin varlığı ve bilinçli kullanımı korunmak için yeterlidir.
Böyle bir zamanda Bill Gates olmak istemezdim, Bill Gates’e kızanlar daha çok Elon Musk’a baksalar argümanlarını sağlamlaştıracak daha çok dayanağa sahip olabilirler.
Herkesin hem fikir olduğu en önemli gerçek şudur; özellikle diğer aşılara göre yeni bir teknoloji olan MRNA aşılarının uzun vadede insan vücudunda nasıl bir etki bıraktığı bilinmemektedir.
Bu açıdan özellikle, hibrit bir insan yaratma yolunda insan genetiğinin değiştirilerek tüm insanlığın deney fareleri gibi kullanıldığını düşünenlere de kulak vermek gerekir. Durum ne olursa olsun, Tanrı’ya güvenmek bizim için su götürmez bir gerçektir. Aşının varlığı veya yokluğu, gelmesi veya gelmemesi bu durumu değiştirmiyor. Bunca tartışmalı bir konuda tıbba inanan insanların da önce Tanrı’ya bakması gerekir.
Tanrı’nın her durumda insanoğlunu yönlendirdiği gerçeği ve her durumda iyilik için etkin olduğu ortadadır.
Virüsten bir şekilde zarar gören insanlar için Tanrı’nın önünde durmak sevinçle taşıdığımız bir dua yüküdür. Ülkelerin ve ülkeleri yöneten insanların üstünde tanrımız egemen olsun diye dua ediyoruz. Hem virüsten, hem bunu kötüye kullanmak isteyen kişi ve kurumlardan insanları Tanrı korusun. Kaybı olanları teselli etsin.
Her durumda galiplerden üstün olduğumuzu, Tanrı’nın asla ve asla bizi bırakmayacağını, biz yaşlanıncaya, başımızdaki saçlar ağarıncaya kadar bizi taşıyacağını, kartal kanatları üzerinde bizi uçuracağını da biliyoruz.
Korku köleliktir. Aşının ve insanlığın sağduyudan uzak halinin oluşturduğu bu korku ortamını Tanrı’ya ve yapacaklarına güvenerek dağılacağına inanıyoruz. Yüreğinizde korkuya yer vermeyin! Aşı konusunda düşündüklerinizden daha çok Tanrı konusunda düşündüklerinizin önemli olduğunu bilin.
Bilin ki Tanrı bizi sonsuz bir sevgiyle seven babamızdır. Bilin ki kimse bizi O’ndan ayıramaz, O’nun koyduğu sınırın ötesine kimse geçemez ve O çıkış yolunu da verir. Aşı salgının durdurulmasına çare olabilir, ama asıl iyileştirenin kudretli Tanrımız olduğu da kuşku götürmez bir gerçektir. Bilin ki O dün, bugün ve sonsuza dek asla değişmeyen Rabbimizdir.
©2024, Hristiyan Forum. Her hakkı saklıdır. | Bu web sitesi, JS Prodüksiyon tarafından hazırlanmıştır.