Kim Yakıyor Bu Ormanları?

İnsanoğlu unutkandır, ne yaşarsak  yaşayalım çabucak unutuyoruz.

Haziran ayının başlarında denizden salya ayıklıyorduk. Canlı yayınlarda, kapı arkasında bekleyen “Ben de uzmanım, beni neden televizyona çıkartmıyorlar?” diye hayıflanan deniz uzmanlarına, “Bu sene yüzebilecek miyiz?” diye sorular sorduk.

 

Yine canlı yayınlarda elinde kürekle müsilaj temizleyen, elektrikli süpürgesiyle denizden salya çekenlerin görüntülerini izledik. O zaman da “Kim kirletiyor bu denizleri?” sorusunu sorduk. Hemen unuttuk.

 

Geçen senelerde Karadeniz bölgesinde yaşanan sel felaketleri ile ilgili çeşitli haberler okudum. Uzmanlar, vadilere, dere yataklarına ev yapılmaması konusunda insanları uyarıyordu. Ağaçların sorumsuzca kesilmesinden dolayı ortaya çıkan erozyon sorunu yüzünden yerleşim alanlarının nasıl zarar gördüğünü anlatıyorlardı. O zaman da sel felaketi yüzünden insanlar öldüler. Aynı zamanda toprak kayması yüzünden oluşan tüm sorunlara bir günah keçisi aradık ama bulamadık, yine sorduğumuz tüm sorular cevapsız kaldı. Ve yine geçenlerde Kastamonu’da ve Karadeniz’in diğer illerinde yaşanan sel felaketi yüzünden, erozyon yüzünden oluşan zararlar can aldı.

 

Ev yapacak yer bulamadığımız için akarsuyun aktığı yere ev yapıp felaket başımıza geldikten sonra üzülmenin bir faydası var mı? Doğa karşısında elimizden üzülmek ve kendimizi eleştirmekten başka hiçbir şey gelmiyor. Doğa karşısında ne kadar aciziz, değil mi? Sel sularının tonlarca malzemeyi, apartmanları, arabaları önüne katıp götürdüğü görüntüleri izlerken doğanın masif gücünü dehşetle izliyoruz.

 

Çaresiz miyiz? Yanan ormanlar, insan canına mal olan sel felaketi karşısında çaresiz miyiz? Olmadığımıza inanıyorum. İnsanoğlunun açgözlülüğü ile ölüm korkusu arasında bir yerde çözüm bulacağına ve yine hata yapıp can vereceğine dair endişem halen sürmekte.

 

Bu dönemde yaşadığımız bir diğer sorun ise orman yangınlarıydı. Kim yakıyor bu ormanları sorusuna siyasilerden çeşitli cevaplar alabilirsiniz, eminim sizin de bir fikriniz vardır. Ancak bizim hiç mi suçumuz yok? Bu doğayı, bu dünyayı bu hale biz getirdik. Ormanlarda piknik yaptıktan sonra geride utanmadan bıraktığımız çöpler nedeniyle orman yangınları çıkıyor. Doğaya verdiğimiz zarar dönüp dolaşıp bizi buluyor. Mevsimlerin değiştiğinin, yazın daha sıcak kışın daha soğuk geçtiğini fark etmiyor musunuz?

 

Her sene devletlerin bir araya gelip mevsim değişiklikleri ile ilgili önlem almak konusunda konuşmaları bizi dizi karakterleri kadar ilgilendirmiyor. Bu dünyaya yaptıklarımız yüzünden doğa bizi cezalandırıyor. Tevrat’ın başında bir yaratılış hikayesi okursunuz. Tanrı, Tevrat’ta yaratılmış olan her şeyin başlangıcını anlatır. Yaratılış anlatısının bir bölümünde Tanrı için;

“Tanrı yarattıklarına baktı ve her şeyin çok iyi olduğunu gördü…” der. (Yaratılış 1:31)

 

Başlıkta sorduğum soruyu tekrar sorayım; Tanrı her şeyi iyi yarattıysa bu ormanları kim yaktı, suları kim kuruttu, hayvanlı kim öldürdü, ağaçları kim kesti, etrafı kim kirletti, denizleri plastikle kim doldurdu?

 

İnsanlık kendi kendini sevimsiz bir sona hazırlıyor. Tanrı’nın bize emanet ettiği dünya artık eski ve yıpranmış bir halde. Hepimizin katkısı ile bu hale getirdiğimiz doğa için başka yerde suçlu aramayın. Sanırım bu saatten sonra bize düşen görev bu gidişata bir dur demektir.

 

Arabayla giderken çöpünü dışarı atan amca, elindeki şişeyi, boş ambalajı yere fırlatan teyze, piknikten sonra etrafını toplamayan dayı, simitçi, kahveci, gazozcu, televizyon başından, klavye gerisinden yorum yapanlar ve ben sorumluluğu üzerimize alıp değişime kendimizden başlarsak sorun kalmayacak.

 

Can gittikten sonra pişmanlığın ne faydası var? Yanan ormanlara bakarak göz yaşı döken, ormanların eski halini hatırlayıp o güzelliğin yanışına ağlayanlarla ağlıyoruz. Birilerinin bir şeyler yapması lazım, birisi çıkıp ‘ben yapacağım’ diyene kadar daha çok gözyaşı dökeceğimiz kesin.

 

Ancak çaresiz değiliz. Herkesin ağzında “temizlik imandan gelir” cümlesi var. Bu cümle hayata geçse sadece temizlik için değil, kanunsuzca her yerde binalar dikenler de Tanrı’ya olan yakınlıklarını dünyayı değiştirmek için kullansa daha az ölüm olacağına inanıyorum.

 

İncil’de “Komşunu kendin gibi seveceksin ilkesi vardır. Bu düşünce İsa Mesih’e ait bir düşüncedir ve yalnızca yan komşumuzdan, akrabalarımızdan veya çevremizde yaşayan  insanlardan değil; doğaya, canlılara yaklaşımımızı açıklamak için de kullanılan bir ilkedir.

 

Herkes çevresini, kendisini sevdiği gibi sevse doğayı ve dünyayı kendi yıkımımız için tahrip etmezdik diye düşünüyorum. İsa Mesih aracılığıyla değişmiş her insanda bu farkındalığın arttığını görebiliyorum. Umarım sel ve orman felaketlerinin bizden götürdüklerini yeniden yerine koyabiliriz, umarım bu sefer bu olanları unutmayız.  

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir