Ülkemizde ne kadar çok kavga etmeye yatkın insan var. Derdimizi sakin bir şekilde anlatamıyoruz. Ankara’da bıçaklanan bir doktor hakkındaki haberleri okudum. Sağlık personeline karşı tahammülsüz davranan nadir ülkelerden biriyiz. Bizi iyileştirmeye çalışan, canımızı emanet ettiğimiz sağlık çalışanlarına çalışma koşullarına, içinde bulundukları ruhsal duruma aldırış etmeden saldırma eğilimi nereden geliyor bilinmez. Bu tür durumlarda istediğini hemen alamayınca agresifleşen şımarık çocuklara benzediğimiz bir gerçek.
Ankara’da yaşanan bu olay, sağlık personellerine yapılan saldırılardan sadece biri. Yine haberlerde sağlık personelinin ameliyathane kapısının arkasına barikat kurup, içerde ameliyat edilen hastanın yakınlarından kendilerini korumaya çalıştığı bir resim gördüm.
Sağduyu dediğimiz şey, zor durumlarda gösterdiğimiz metanettir. Arabasını dengesiz kullanan bir şoför, maçta size çelme takan bir takım arkadaşınız, duyduğunuzda öfkelendiğiniz bir söz ve bu anlarda gösterdiğiniz sükûnet sizin sağduyulu olup olmadığınızı belirler.
Geçenlerde bir kazaya şahit oldum. Kim haklı kim haksız bilmiyorum ama kazayı hatırlamamın ana nedeni kazaya karışanlardan birinin inanılmaz sakinliğiydi. Dedim ya, kazada kim haklı kim haksız bilmiyorum ancak taraflardan birinin sürekli konuşarak, sesini yükselterek karşıdakine yüklendiği o saniyelerde, kazaya karışan diğer adam sakince ona durumu anlatıyor, bir suçunun olmadığını söylüyor, karşısındakinden özür diliyordu. Sonunda polis geldi, arabaları yoldan çektiler, ben de yoluma devam ettim. Oradan ayrılmadan önce kazaya karışanlardan sinirli olan adamın sakin olanla konuşup ondan özür dilediğini, “ben de biraz sinirlendim kusura bakma” dediğini duydum.
Bu küçük sabah macerası benim için güzel bir dersti; çünkü sağduyunun harekete geçiren ve “yılanı deliğinden çıkaran” garip gücüne şahitlik ettim.
Maalesef sağduyudan yoksunuz. Hemen kavga etmek, haklı olduğumuzu karşıdakine aktarmak ve isteklerimizin o an yerine getirilmesini talep etmek gibi garip hareketleri alışkanlık haline getirmişiz. Hemen zıvanadan çıkıyor, hemen sinirleniyor ve hemen kendimizi kaybediyoruz. Durumu açıklamak, ne kadar üzüldüğümüzü söylemek bizim için bir seçenek sayılmıyor.
Yine de, “Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır.” diye bir atasözümüz de var. Yani atalarımız, tatlı konuşarak kişiyi ikna etmenin yöntemini bulmuşlar. Bu yöntemi diğer nesiller öğrensin ve kavga edip birbirini rezil etmesin diye atasözü haline getirmişler. Böyle bir atasözümüz olmasına rağmen ve atasözünün söylediğinin tersini yapmanın işe yaramadığını bilmemize rağmen öfkelenme yolunu seçiyoruz.
Ayrıca, “İnsanlar konuşa konuşa anlaşır.” diye bir deyişimiz daha var. Ancak konuşarak anlaşmayı hiçe saydığımız, “Ne konuşacaksın ya! Git kafasını gözünü kır!” diyerek karşıdakini galeyana getirdiğimiz ve şiddeti körüklediğimiz de oluyor. Bu tavrımızla anlaşma yolunu yok etmek, köprüleri yakmak bize daha akıllıca geliyor.
Öfkelenerek karşıdakiyle görünmez bir bağ kurduğunuzu biliyor muydunuz? Öfkeyle, isteseniz de istemeseniz de karşınızdakini hayatınıza dahil ediyorsunuz. Onu hayatınızın, anılarınızın ve deneyimlerinizin bir parçası haline getiriyorsunuz.
Hayatınızda neden kötü anılar isteyesiniz ki? Neden hiç tanımadığınız birisi hafızanızda olumsuz yer edecek kadar hayatınıza dahil olsun? Bir anlık öfke ile insanları öldürüyoruz; yaşadığımız deneyim bu olayın bizde oluşturduğu vicdani yarayı besliyor. Yani hem öfkeleniyoruz hem de öfkemizin gelecekte bizi derinden etkileyecek sorunlara yol açmasına izin veriyoruz. Öfkesine yenilen kişi hem kendi ruhunda hem de öfkelendiği kişinin ruhunda yaralar açar ve o yaraları kanatacak deneyimleri de hayatına dahil eder.
Aslında çok işe yarayan başka bir yol var: karşıdakine durumu uygun bir dille, sakince anlatmak. Hakkınızdan vazgeçin demiyorum. Söylemeniz gerekenleri söylemeyin de demiyorum ama bunu kavga etmeden yapmanın bir yolu mevcut.
İncil öfke konusunda şöyle söyler:
Öfkelenin, ama günah işlemeyin. Öfkenizin üzerine güneş batmasın. (Efesliler 4:26)
Kimi durumlarda öfkelenmek ve bunu karşıdakine belli etmek gerekiyor ancak Tanrı, öfkemizin sınırlarını aşıp yol açtığı kavga, hakaret, küfür ve karşıdakini küçük düşürüp bizi günaha sürükleyen davranışlardan uzak durmamızı söylüyor.
Yazının başında bahsettiğim doktor bir cerrah ve hayatı boyunca bir daha cerrahlık yapamayacak şekilde yaralandı. Öfkelenip o adamın hayatını mahveden kişi hapse girerek kendi hayatını da mahvetti. Biri elindeki yaraya, diğeri de elindeki kelepçeye baktığında o anı geri getirebilmek için ne yapabileceklerini düşünecekler ama maalesef pişmanlık fayda etmiyor.
Öfke, karşıdakine zarar vermeden önlenmesi gereken bir duygu ve bu duyguyu önlemek de mümkün. Öfkenizin su yüzüne çıktığı durumlarda doğru ve doğal tepkileri vermek için pratik gerekiyor. Öfke kontrolünü bir antrenman gibi düşünün.
Olayları öfkeyle karşılamadan önce yapacaklarınızı, kavga etmeden ilerleyebileceğiniz yolları düşünün. Olayları, ortaya çıkabilecek senaryoları kafanızda tartın ve her bir adımda nasıl ilerleyebileceğinizi düşünün. Tasarladığınız her sağlıklı adımı öfke anında uygulamaya çalışın.
İyilik yapmaya, sevecen davranmaya, dinlemeye ve anlamaya çalışın. Haksız olduğunuzda özür dileyin. Empati kurun; karşınızdakinin o anki hal ve duygu durumunu düşünün. Bunları hemen eksiksiz yapmaya başlayamayacaksınız ancak yaptığınızda hayatınızda büyük yer edinen kötü olayların, anıların yerini daha iyi anılar ve deneyimlerin aldığını, daha az öfkelendiğinizi ve daha çok mutlu olduğunuzu göreceksiniz.
Dilerim burada okuduklarınız birkaç sağlık çalışanının şiddet görmesinin önüne geçer ve sizin de kötü deneyimler edinmemenize yardımcı olur.
©2024, Hristiyan Forum. Her hakkı saklıdır. | Bu web sitesi, JS Prodüksiyon tarafından hazırlanmıştır.