YAHUDİLİK VE HRİSTİYANLIK ARASINDAKİ FARKLAR

         “Yahudilik ve Hristiyanlık arasındaki farklar nelerdir?” sorusunun temelinde bu iki inancın birçok açıdan benzerlik göstermesi beklentisi vardır. Bu beklentinin başlıca sebeplerine; her iki dinin de tek Tanrı inancına sahip olması, vahiy olgusu, birbirini kapsayan Kutsal Kitaplar, ahitler konusu (Tanrı’nın insanlıkla tarih boyunca yapmış olduğu antlaşmalar), atalar, iman atası İbrahim ve ortak bir mirasa sahip olmaları gösterilebilir.

 

         Yahudilerin Kutsal Kitaplarının adı Tanah’dır. Hristiyanlar Tanah’ı olduğu gibi kabul eder ve bu kitap ‘Eski Antlaşma’ dedikleri Kutsal Kitaplarının ilk yarısını oluşturur. Tanah ile Eski Antlaşma arasındaki tek fark  bazı kitapların diziliş sıraları ve isimlendirmeleridir (Yahudiler 24, Hristiyanlar 39 bölüme/kitaba ayırırlar). Hristiyanların Kutsal Kitap’ının ikinci kısmı toplumumuzda İncil diye adlandırılan Yeni Antlaşma’yı içerir. Musa tarafından yazılan Tevrat (Tora), Tanah’ın (aynı şekilde Eski Antlaşma’nın) ilk 5 kitabıdır.

 

         Ne Yahudilikte ne de Hristiyanlıkta Melek Cebrail’in Tanrı’dan peygambere bir vahiy getirmesi olgusu vardır. Vahiy; Tanrı’nın peygamberini kullanarak halkına seslenmesidir. Burada Tanrı, peygamberin kendi armağanlarını ve kelime dağarcığını kullanmasını öngörür, bazen ona fısıldar, bazen görüm verir ya da tahtının huzuruna alır ve onunla direk konuşur bu şekilde Kutsal Ruh’la dolan peygamber Tanrı adına halka hitap eder; bunlar daha sonra kaleme alınır, Kutsal Yazılara eklenir ve yazmanlar aracılığıyla çoğaltılarak bir sonraki kuşağa aktarılır.

 

         Tek Tanrı inancı hem Yahudiler hem de Hristiyanlar için en temel kavram olmasına karşın Tanrı’nın doğasıyla ilgili inanç farklılığı da en temel farklardan biri hatta birincisidir denebilir. Yahudiler, Müslümanlar gibi Tanrı tektir ve tek kişidir inancına sahiptirler ancak yine Tanrı’nın doğası, karakteri ve isimleri konusunda Müslümanlardan ayrılırlar. Hristiyanlar ise hem Eski hem Yeni Ahit’teki açık ayetlere dayandırarak tek Tanrı’ya inanırlar ancak Tanrı’nın doğasında 3 kişinin olduğuna ve Mesih İsa’nın enkarne olmuş (beden almış / tecelli etmiş) Tanrı olduğuna inanırlar. Bu “Teslis” ya da “Üçlü Birlik” adı verilen inanca da hem Eski hem Yeni Antlaşma’dan birtakım ayetleri delil olarak sunarlar. (Örnek ayetler için lütfen ‘Nereden Çıktı bu Üçlü Birlik? adlı makaleye bakınız). Yahudiler ise Eski Antlaşma’daki bu tür ayetleri “Rab’bin Meleği” kavramıyla izah etmeye çalışırlar. İsa Mesih’in bir bakireden doğduğuna, mucizeler yaptığına inanmazlar. İsa Mesih’in çarmıhta öldüğünü o dönemki Yahudi tarihçileri de kayda geçirmiş olmalarına rağmen (1-Josephus; “Antikçağ’da Yahudiler”. 2- Babylonian Talmud, b. Sanhedrin 43a. 3-Amoa “Ulla” (3.yy Filistin’de yaşamış bir Talmud yazarı))

 

O’nun ölümden dirildiğine de inanmazlar. İsa Mesih’in tanrısallığını kabul edenler o dönemde Yahudilikten çıkıp Hristiyanlığa geçtiler. İnanmayanlar ise Başkahin ve kahinler önderliğinde Mesih İsa’yı yargıladılar ve kendisinin Tanrıoğlu Mesih olduğunu iddia ettiğine ve böylelikle şirke girdiğine hükmederek çarmıhta öldürülmesine karar verdiler (Markos 14:60-64) (Detaylı bilgi için ‘Nereden Çıktı bu Üçlü Birlik?’ adlı makaleye bakınız). Bu şekilde Yahudiler, Mesih İsa’yı ölümünde azmettirici oldukları için tarih boyunca Hristiyanlar tarafından hor görüldüler ve itildiler.

 

         Yahudilik ve Hristiyanlık arasındaki farklardan biri de Tanah’ın yorumlanışıdır. Hristiyanlar Eski Antlaşma’yı (Tanah’ı) Tanrı’nın insanlıkla yazmış olduğu hikayenin giriş ve gelişme kısmı olarak görür ve ona göre yorumlarlar; İncil’i de bu hikayenin sonuç kısmı olarak görürler, tıpkı bir romanın giriş, gelişme ve sonuç kısmı gibi. Bu nedenle Eski Antlaşma’yı da bu perspektiften yorumlarlar. İncil’de Eski Antlaşma’dan en çok alıntı yapılan kitapların başında, Tevrat’ın ve tüm Kutsal Kitap’ın ilk bölümü olan “Yaratılış” kitabı ve özellikle Adem ve Havva kıssasıdır. Hristiyanlara göre Kutsal Kitap’ın doktrini yani Tanrısal/inançsal temel öğretisi, günah yüzünden ölüme sürüklenen insanlığın -ki bu Adem’in günahıyla başlamıştır- Mesih İsa’nın çarmıhtaki kefareti aracılığıyla Tanrı’ya döndürülmeleri ve kurtarılmaları ve böylelikle ölümün gücünün kırılması, yani Mesih’in ölümden dirilmesi müjdesiyle insanlığa sonsuz yaşamın kapılarının açılması öğretisidir. Yahudiler Tanah’ı yorumlarken nerdeyse Adem ve Havva kıssasına hiç odaklanmazlar ve Tanrı’nın neden tüm Kutsal Kitap’ına böyle bir hikayeyle başladığı, hikayede altı çizilen günah, ölüm ve düşüş gibi içeriklere hiç yoğunlaşmazlar. Ancak Yaratılış kitabının ilerleyen bölümlerindeki büyük bir ulusun atası olma vaadini alan İbrahim ve ona verilen vaatlere, soy ve ülke üzerine yoğunlaşırlar. Tanah’ta kurtuluş ya da bir başka ifadeyle cennet öğretisi ya da vurgusu hiç yok denecek kadar azdır. Bu yüzden Yahudiler Tanah’ta okudukları ayetlerden, peygamberlerin hikayeleri ve sözlerinden ve Yasa’dan “Bu dünyada Tanrı’nın seçilmiş halkı olarak yani bir Yahudi olarak nasıl daha iyi bir yaşam sürdürebilirim?” sorusuna cevap aramaya çalışırlar.

 

         Yahudilere göre Tanah’daki peygamberlik kitapları daha çok Musa’nın Yasa’sını açıklamak ve halkı Tanrı’ya geri döndürmek için yazılmışlardır. Onlara göre, bu peygamberlik kitapları gelecekte ortaya çıkacak bir Mesih, bir kurtarıcıdan bahsetmiş olsa bile bu kesinlikle İsa Mesih değildir. Hristiyanlar ise bu yorumun ilk kısmına katılmakla birlikte kurtarıcı Mesih hakkındaki peygamberlik ön bildirimlerinin Mesih İsa’da gerçekleştiğine inanırlar ve bunları da ayet ayet göstermeye hazırdırlar (ör. Yeşaya 53. bölüm, 22. Mezmur vb.). Hristiyanların Eski Antlaşma’yı okumalarının en büyük sebeplerinden biri de budur. Yahudiler ise binlerce senedir hala bir Mesih beklemektedir; hatta Mesih İsa döneminde ve sonraki yüzyıllarda olduğu gibi yakın tarihimizde de kendini Mesih ilan eden bir çok Yahudi ortaya çıkmıştır ancak İsa Mesih hariç bunların hepsi tarihin tozlu sayfalarına karışıp gitmişlerdir.

 

         Tanah’ta, Yahudiliği din haline getiren ve Yahudileri bağlayıcı kısmı olan Musa’nın 613 kuralı ve On Emir’i içeren Yasa’dır. Yahudiler bu kurallara a’dan z’ye uymak zorundadırlar. Ancak Kudüs’teki Tapınak M.S. 70 yılında Romalılar tarafından yıkıldığı için -Süleyman’ın yaptırdığı bu tapınaktan günümüze sadece Ağlama Duvarı kalmıştır- Yasa’nın gerektirdiği kurbanlar 70 yılından beri sunulamamaktadır. Hristiyanlar ise bu Yasa’nın Tanrısallığını kabul etmekle beraber veriliş amacının Tanrı katında nelerin günah olduğunun ortaya konması olduğuna inanırlar. Bu yüzden de Hristiyanlıkta tüm insanlık Tanrı önünde günahkardır çünkü tarihte Mesih İsa’dan başka kimse Yasa’yı layığıyla yerine getirememiştir ve getiremez. Mesih İsa tüm Yasa’yı yerine getirdikten sonra çarmıhta ölerek kendisine inananları Yasa’dan özgür kılmış, Kutsal Ruh armağanını vererek ve derin ahlaklılığı öğreterek Yasa’yı özünde yaşama yolunu açmış, bunun çerçevesini de Dağdaki Vaaz’da (Matta 5-7 bölümler) çizmiştir. Yahudiler ise hala Yasa’yı bir şekilde kendi iradeleriyle yerine getirmeye çalışırlar ve bu yolla “Tanrı Halkı” olarak kalacaklarına inanırlar.

 

         Tabii ki Kutsal Kitap ve yorumları, Tanrı’nın doğası ve Mesih İsa’nın kimliği konusundaki farklılıklar tapınma içeriğini de her iki inanış için çok farklı kılmıştır. Eski çağlardan beri Kudüs’teki Tapınak’ın haricinde dünyanın dört bir yanına dağılmış Yahudilerin tapınma ve paydaşlık için toplandıkları sinagoglar vardır. Hristiyanlık ilk ortaya çıkmaya başladığında da düzen olarak sinagog düzenini -ilahilerle tapınma, vaaz paylaşımı ve dualar- örnek almıştır, ancak yukarda da değindiğimiz gibi içerik tamamen farklıdır. Örnek olarak tapınmada Baba ile beraber Oğul ve Kutsal Ruh’ta yüceltilir, vaazlar da işlerden çok lütuf ve kurtuluş müjdesi odaklıdır…

 

         Yahudiler her ne kadar Tanrı’ya “Baba” diye hitap etmeseler de Tanah’ta Tanrı’nın İsrail’e “İlk Oğlum” dediğini ve birçok peygamberin Tanrı’ya yakarışlarında, ¨Sen bizim Babamızsın, bizi terk etme…” gibi ifadeler kullandıklarını görürüz. Ancak Hristiyanların Tanrı’ya Mesih İsa aracılığıyla “Baba, Abba” (Babacığım) diye hitap etmeleri Eski Antlaşma’daki ‘Baba’ kavramından çok daha yakın bir anlam ifade eder.

 

         Tanah’taki 22. Mezmur (Davut’un Zebur’u M.Ö. 1000) ve özellikle Yeşaya (M.Ö. 7. yy.) 53. bölümde bahsi geçen “Acı Çeken Kul” şiirleri Hristiyanlara göre çok açık şekilde İsa Mesih’ten bahsetmektedir ki İsa Mesih’te bunların kendisi hakkında olduğunu dile getirir. Yahudiler ise bu bölümleri, Acı Çeken Kul’u “İsrail Halkı” olarak yorumlayarak izah etmeye çalışırlar ama detaylara girmekten kaçınırlar.

 

         Altını çizmek istediğimiz son bir nokta da ahitler (antlaşmalar) konusudur. Tanah’ta Tanrı’nın başta Nuh,  sonrasında İbrahim ile daha sonra da Musa ile çok daha kapsamlı ve en sonunda da Davut ile karşılıklı antlaşmalar yaptığını görürüz. Bu antlaşmalar iki tarafın da sorumluluk üstlenmesini içerir. Bir tarafta Tanrı ve vaadi,  diğer tarafta ise peygamber aracılığıyla Tanrı Halkı ve onlardan antlaşmanın şartı olarak beklenen bir itaat vardır. Davut’tan yaklaşık 5 asır sonra ortaya çıkan Yeremya (M.Ö. 5. yy.) peygamber ise şöyle bir peygamberlikte bulunur: “‘İsrail halkıyla ve Yahuda halkıyla Yeni bir antlaşma yapacağım günler geliyor’ diyor RAB…”(Yeremya 31:31) Görüldüğü üzere Tanrı açıkça yeni bir antlaşmadan bahsetmektedir. M.Ö. 4. yy. da ortaya çıkan ve Tanah’ın son kitabını yazan Malaki’ye ve ondan öncekilere böyle bir yeni antlaşma sözü verilmemiştir. Mesih İsa ise son akşam yemeğinde ekmek ve kase ile kendisi aracılığıyla yapılan Yeni Antlaşma’yı ilan eder: “Bu kâse, sizin uğrunuza akıtılan kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır…” (Luka 22:20) ve “Size şu buyruğu veriyorum: Birbirinizi sevin!” (Yuhanna 13:17). Yani bu Yeni Antlaşma’ya göre bir tarafta Tanrı kendi aracılığıyla sonsuz yaşam vaadinde bulunur, diğer yanda ise Mesih inanlısından “sevgide” yaşamasını bekler. Mesih İsa ve sevgide yaşamak, düşmanını sevmek (Matta 5:44) konuları Yahudiliğe çok uzak olgulardır. Onlar hala Eski Antlaşmalara göre yaşamaya çalışırlar ve İbrahim gibi Tanrı’ya itaatle dünyada korunma, ülke, bolluk ve bereket alarak diğer uluslara da bereket olmayı umarlar.

 

         Tabii ki Yahudiler ve Hristiyanlar arasındaki farklar saymakla bitmeyecek kadar çoktur. Bu yazımızda kısaca temeldeki teolojik farklara göz atmaya çalıştık. Özellikle politik konulara hiç değinmedik çünkü o konular çok daha karmaşık ve çetrefillidir, ayrıca Hristiyan inancına sahip insanlar için politika değil insanların ruhsal yaşamı önemlidir. Ancak şunu söylemeden bitirmek istemem: Yahudiler tarihleri boyunca birçok ulusun eli altında zulüm gördüler ve belki maalesef en çok Hristiyan ülkelerden zulüm gördüler. Hristiyanlarla iç içe yaşasalar da hiçbir zaman kaynaşmadılar. Son olarak da 2. Dünya Savaşı’nda Nazilerden ve diğer bazı milliyetçi akımlardan inanılmaz zulümler gördükten sonra Musa’ya vadedilmiş olan, ana vatanları kabul ettikleri “Vadedilmiş Topraklar”a yani Kudüs ve çevresine geri döndüler. Bunu ilk başta savaşmadan Almanlardan aldıkları savaş tazminatlarını vs. kullanarak arazi satın alma yoluyla gerçekleştirdiler. Günümüzde her ne kadar Yahudiler ve Hristiyanlar arasında diyaloglar artırılmaya çalışılsa da iki inanç arasındaki uçurum çok derin olduğu için bu durum çok da umut vadedici olarak görülmemektedir. Yine de politik olarak bazı yakınlaşmalar göze çarpmaktadır ama bunlar tamamen ekonomik yani dünyasal sebeplerden dolayıdır. Dünyasal yaşayan insanlarda ise çıkar bittiği anda dostluğun da biteceği göz ardı edilmemelidir…

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir