TÜRKİYE’DE HRİSTİYAN OLMAK

Eminin ki her inanç sahibine yaşadığı zorlukları sorduğunuzda, her birinin yaşadığı farklı zorluklar vardır. Herkes “ama benimki farklıdır” diyebilir. Ama bize göre biz Hristiyanların Türkiye’de yaşadığı zorluklar gerçekten farklıdır. Çünkü bizim sıkıntımız yasalardan kaynaklı değildir. Biz bireylerle de bir sıkıntı yaşamıyoruz. Yetkili mercilere de ulaşıp sorunlarımızı iletebiliyoruz ve bu sorunların çözüleceği yanıtını alıyoruz. Ama sanki bunlardan öte bir şey vardır ki biz o engeli aşamıyoruz.

Bu engel toplumun geneline yayılmış, bizim hakkımızda oluşan anlayışın getirdiği bir engeldir. Hristiyanlar toplumdan dışlanmış bir topluluktur ancak kimse bunu dile getirmiyor, bunun yerine çeşitli yollara başvuruluyor.

Kimse yasal olarak bize zorluk çıkarmıyor ancak kişilerin Hristiyanlığa bakış açıları o denli kirlenmiş ki önümüze çıkarılan engelleri başka yollar arayarak veya uygulanması gereken prosedürleri uzatarak yapıyorlar.

Örnek verecek olursak: Kiliselerimizin olduğu her şehirde ibadet yeri sıkıntısı yaşamaktayız. 

Bir kilisemizin yaşadığı olayı sizinle paylaşmak istiyoruz: “Bir ibadet yeri talebi ile belediye başkanını ziyaret ettik, çok olumlu karşılandık ve bizleri belediyenin ilgili kurumlarına yönlendirdiler, hatta yanımızda onları da aradılar. Ama o birim bize birçok mazeret göstererek işi yokuşa sürdü. Mazeretlerinde biri, “Biz imara açtığımız yerlerde doğal olarak okul, hastane, dini tesis alanı açıyoruz ama cami yaptırma dernekleri çok çabuk davranıp hemen oraya cami yapmak için temel atıyorlar.” Çok inandırıcı gelmeyen buna benzer nice mazeretler sunarak yardımcı olmadılar.”

 

Türkiye’deki hiçbir kilisede  devletin atadığı, dini görevli olarak görülen bir personel yoktur. Bir caminin tüm masrafları personel dahil bizim vergilerimizden ödenir. Ama bugüne kadar bu konuda bizim vergimizin bize döndüğünü görmedik.

 

Anayasaya göre hiçbir dine hakaret edemezsiniz, bunun cezası vardır. Ama Milli Eğitim Bakanlığı’nın kitaplarında inancımıza yönelik hakaretler var ve yıllardır bu hakaretleri o kitaplardan kaldırmak için uğraşıyoruz. İnkılap Tarihi ve Sosyal Bilgiler 8. sınıf ders kitabında misyonerliği bir terör eylemi olarak çocuklarımızın zihnine işlemektedirler. Oysa misyonerlik dediğimiz şey, kişinin kendi inancını veya savunduğu herhangi bir görüşü başka insanlara anlatmasıdır. Dediğim gibi bizim yasalarla bir problemimiz yok, hatta Anayasanın 24. maddesi, inancı ve inancın kendisinin ifadesini güvence altına alır. Ama dediğim gibi bunun ötesinde yazılı olmayan bir yasa var ki biz o yasaları aşamıyoruz.

 

Düşünün, devletin Türk Dil Kurumu diye bir resmi kurumu var. Bu kurumun bastığı Türkçe sözlüğe bakın; “gavur” kelimesinin açıklaması, ”dini yönden zayıf, güvenilir olmayan Hristiyan” olarak veriliyor. Ama Anayasa’ya göre bütün dinler ve etnik kimlikler eşittir.

 

Bu nedenlerden dolayı, eğer bir Hristiyan yalan söylemiyorsa, kendisini bu ülkenin vatandaşı olarak göremiyordur; zaten yasanın arkasındaki göremediğimiz o güç de bunun böyle olduğunu halka açıklamaktadır. Size bir hikaye anlatayım: Düşünün, ulusal bir kanal bir konuda kamuoyunun bilgisine başvuruyor. Sokağın nabzını tuttuktan sonra bu konuyu bir de ‘yabancılara’ soralım diyerek İstiklal caddesindeki Sent Antuan Kilisesine dalıyor ve oradaki kilise hizmetkarlarına ve cemaate sorular soruyor. Düşünün, yabancı olarak nitelendirdiği kişiler kilise üyeleri ve yetkilileri. 

 

Yasanın arkasında öyle bir güç var ki; bürokrasi bizimle görüşür ama bizim yanımızda olduğunu göstermek istemez. Bakın, yıllardır eşitliği ve birliği vurgulayan siyasetçiler ve devlet adamları, halka ve basına seslenirken bizim inancımızı ve inancımızla özdeşleşen etnik kimlikleri ağızlarına almamışlardır. Yani bir devlet adamı, bu ülke Türküyle, Kürdüyle, Ermenisi, Süryanisiyle, Lazı ve Abhazasıyla hepimiz biriz diye bir demeç vermemiştir. 

 

Bu da bizlerin ruh sağlığına, güvenliğine, ailemize ve bütün varlığımıza yansımaktadır. Avrupa’da, dengesiz biri kalkıp bir camiye saldırıyor veya laf söylüyor; bizi yabancı ve o dengesizle aynı ülke vatandaşı olarak gören bizim halkımızdan birileri de bir kiliseye saldırabiliyor. Neden? Dediğim gibi, bunun nedeni yasanın arkasındaki gücün bizi bu ülkenin vatandaşı olarak görmemesidir.

 

Bizler şeffaf yaşıyoruz. Devletimiz, bizimle ilişkileri daha da güçlendirecek bir yaklaşım içerisine girerse, bizler hazırız.

Her şeye rağmen biz ülkemizi seviyoruz ve bu ülkenin huzuru, barışı ve kalkınması için dua ediyoruz ve etmeye de devam edeceğiz.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir