6 Şubat 2023 tarihinde, Kahramanmaraş’ın Pazarcık ve Elbistan ilçeleri merkezli iki büyük deprem, Türkiye’yi derinden sarstı. Bu felaket, binlerce insanın hayatını kaybetmesine, on binlercesinin yaralanmasına ve milyonlarca insanın evsiz kalmasına neden oldu. Depremin ardından, yıkılan binaların büyük bir kısmının inşaat standartlarına uymadığı ve denetim eksiklikleri nedeniyle insanın insana verdiği değeri görme şansımız oldu.
İnsanın kendi vatanında, yan yana yaşadığı kişilerden böylesine muamele görmesi ne acı değil mi? Kendi halkımdandır diyerek övündüğümüz kişilerin aslında canımıza kastettiğini, para için değer saydığımız ülkü olarak gördüğümüz her şeye ihanet ettiğini ancak evimiz başımıza yıkıldığında anlayabiliyoruz.
Peki kime güveneceğiz? Yabancıdır diyerek çekindiğimiz kişilerden yardım gördük farkında mısınız? Aynı toprağın evladıdır diyerek, kardeşim, “memleketlim” diye çağırdığımız insanlar, evlere kum doldurmuşlar, demir yerine tahta, çimento yerine karton kullanmışlar, malzemeden çalmışlar, deniz kumu kullanmışlar ve bunu hiçbir vicdan muhakemesi yapmadan yapmışlar.
Kime güveneceksiniz ki?
Ölen öldüğü ile mi kalıyor acaba? Sanmıyorum elbet adalet, suçlunun yakasına yapışır bunu ya devlet yapacak ya da Tanrı’nın kendisi hiç kimse insan canına kastedip bundan kurtulamaz.
Deprem sonrası yapılan incelemeler, birçok binanın mühendislik hizmeti almadan inşa edildiğini ve malzeme kalitesinin düşük olduğunu gösteriyor. Bu durum, müteahhitlerin ve denetim mekanizmalarının ihmallerini açığa çıkartan bir unsur. Özellikle imar affı gibi uygulamalarla, standartlara uymayan yapıların yasal hale getirilmesi, felaketin boyutunu arttırdı. Bu ihmaller, insan hayatının ne kadar değersiz görüldüğünü acı bir şekilde gösteriyor. Depremde yıkılan binaların birçoğunun, gerekli denetimlerden geçmediği ve standartlara uygun inşa edilmediği anlaşılıyor. Bu durum, insan canının ne kadar ucuz görüldüğünün bir göstergesi değil de nedir.
Kime güvenebilirsiniz?
Depremin ardından, yakınlarını kaybeden aileler derin bir boşluk ve tarifsiz bir acı içinde kaldı. Birçok aile, sevdiklerinin cenazelerine bile ulaşamadı. Özellikle çocuklarını kaybeden aileler, belirsizlik içinde yaşamaya devam ediyor. BBC Türkçe’nin haberine göre, bazı aileler hâlâ kayıp yakınlarını arıyor ve “Bir mezarımız bile yok gidecek” diyerek acılarını dile getiriyor.
Elbet depremin üzerinden 2 yıl geçti ve hatırlamak gittikçe zorlaşıyor. Hatta, 6 Şubat 2025 günü andığımız bu zamanın üzerinden iki gün geçti çoktan normal hayatlarımıza döndük bile. Belki şu anda Antakya’da, Adıyaman’da neler olduğundan bihabersinizdir, depremin ilk altı ayında haberleri takip ettiğiniz kadar şimdi deprem ile ilgili haberleri takip etmiyorsunuzdur, deprem gündemden düştü maalesef.
Ancak yakınlarını kaybeden insanların o anları hatırlaması için küçük bir sessizlik yetiyor. Gözlerini bir noktaya dikmiş yakınlarının ölümünü tekrar tekrar yaşayan insanlar görebilirsiniz halen, “Ateş düştüğü yeri yakar” sözü o anlarda anlam kazanıyor.
Bu tür kayıpların ardından oluşan boşluğa alışmak son derece zordur. Sevdiklerinin yokluğunu kabullenmek ve hayatlarına devam etmek isteyen insanlar, psikolojik destek ve toplumsal dayanışmaya ihtiyaç duyar. Ancak, deprem sonrası yaşanan travmaların etkisi uzun süre devam edebilir ve bu süreçte bireylerin desteklenmesi büyük önem taşıyor.
Sonuç olarak, 6 Şubat depremleri, insan hayatının ne kadar değersiz görüldüğünü ve yapı denetimindeki eksikliklerin nelere mal olabileceğini acı bir şekilde gösterdi.
Maalesef ölen 50.000 kişiyi geri getiremeyeceğiz. Kimsenin öyle bir acıyı tekrar yaşamasını istemediğimizde de hemfikirsek ülkenin önemli ölçüde deprem gerçeğine eğilmesi ve bu konuda bir şeyler yapması gerekiyor. Aynı zamanda, yakınlarını kaybeden insanların yaşadığı derin acı ve boşluk, toplum olarak daha duyarlı ve destekleyici olmamız gerektiğini bize hatırlatıyor. Bu tür felaketlerin bir daha yaşanmaması için yapı denetimlerinin sıkılaştırılması ve insan hayatına daha fazla değer verilmesi şarttır.
Tanrı’nın insan canına ne kadar değer verdiğini bilmemiz lazım. Ancak insan kötüdür ve içinde nefes aldığımız bu toplum bize insanın yozlaşmış halini haykırmakta.
Kime güveneceğiz? Depremden arta kalan bir soru bu. Değişen bir Türkiye’de tesis edilmesi gereken ne koskocaman şehirler ne yeni evler ne de travmalardan sarsılmış depremzedeler için teselli edilecek sözlerdir. Güveni tesis etmemiz gerekiyor bunun için de zamana ihtiyaç var. Ya geçmişte yapılan hataları tekrar edip yeniden “güven” denilen değeri yerle bir edeceğiz ya da güvenilir olmak için zamanımıza kıyacağız.
Doğal afetler olmasın diye dua etmiyorum doğal afetlerden kaçamayız ancak doğal afetlerin tümünde aynı sonuçları görmek zorunda değiliz. Değişebiliriz.
Kime güveneceğiz. İşte onu zaman gösterecek.