Umudumuz İsa Mesih

Dün akşam evde Kaptan Amerika’yı izledik. Bu karantina günlerinde Avengers serisi yapalım dedik. Filmde bir yerde diyor ki, “Ömrü boyunca güçlü olmuş bir adam güce saygısını yitirebilir ama zayıf adam gücün kıymetini de bilir, merhametli olmayı da”. Bir keresinde “yoksunluğun ayartısı” başlıklı bir makale yazmıştım. Ayartılan kişinin çoğunlukla herhangi bir varlığa sahip olduğu varsayılır, evet, ayartı orada daha çoktur ancak yoksunluğun ayartısı (eline geçeni kaybetmeme hırsı, dahasını hak ettiğinden emin olma gibi ayartılar) hep bizim gözümüzün önünde bulunmalı. 

 

İsa’nın dirilişini kutlamaya yaklaştığımız bugünlerde, aynı zamanda günden güne O’nun ölümüne yaklaşıyoruz. Çarmıha dek gün gün neler olmuş, biz de O’nun adımlarını yeniden takip ediyoruz. Son anlarda öğrencilerin O’nu nasıl terk ettiğine içten içe içerliyoruz. Petrus’un düşünceleri içimizde beliriyor: “Ben olsam bırakır mıydım, bence bırakmazdım; yani çok büyük bir olaya tanık oluyorlar, zor tabii, korkutucu ama neler gördüm ben, sanmam bırakacağımı… kadınlar çarmıhta bile yanındaydı, ben de O’nu bırakmazdım…” 

Eğer bir süredir Mesih’i tanıyorsanız, bu ateş, bu istek çok takdir edici ve samimidir de. Ama eğer birçok yılı ve badireyi Rab’le birlikte atlatanlardansanız, şunu bilirsiniz, belki o an O’nu gerçekten bırakmadınız ama iman hayatınızda zayıf olduğunuz anlar oldu. Mutlaka oldu. 

 

Öğrencileri O’nun yüzünü görmüşken, O’nunla her gün omuz omuza yürümüş, yemiş içmişken sonunda O’nun tutuklanması sırasında sağa sola dağıldılar. Ama biz onları yüreğimizde hafiften de olsa yargılarken hep diriliş sonrasına bakıyoruz çünkü zafer orada, hikayenin sonunu biliyoruz. Oysa bizim için de şu an aynı şey geçerli. Bize de hikayenin sonu Vahiy’de bildirildi, elimizde. Bunun gibi İsa da ölümünü öğrencilerine bildirdi. Sonrasında dirileceğini de. Yine de İsa çarmıha gerildikten sonra neler yaptılar, bakalım:

 

Ayetlere bakabiliriz, ben sadece şu an aklıma gelenleri sıralıyorum. İsa’nın ölümünden sonra kendi satın aldığı mezarına taşımak üzere İsa’nın cesedini kim istedi? Onbirler’den biri değil, İsa’nın öğrencilerinden başka biri, bölgede tanınmış, saygın biri olan Aramatyalı Yusuf istedi. Meryem mezara İsa’nın cesedini baharatlamaya gitti, değil mi? Dirileceğiyle ilgili sözleri unutmuş muydu? Kendi aralarında, “Mezarın girişindeki taşı kim bizim için yuvarlayacak” diyordu kadınlar. Öğrenciler de korkmuş halde dua ediyorlardı. İsa’nın dirildiğini duyan Tomas kanıt istemişti. Başka aklımıza kimler geliyor? Dilerseniz şimdi o ayetlere bakın, dilerseniz sonra o kısımları gözden geçirin. 

 

İsa’nın tutuklanması, çarmıhta ölümü beklediği saatlerde yaşananlar, sonra ölümü ve ardından olanlar… Bunları okurken biraz olsun içimizden geçirmiyor muyuz, ‘İsa o kadar söyledi neler olacağını, bunlar hala nasıl farkında olmazlar ama insan işte, korkuyor, korktular’ diye? Size şunu söyleyeyim, biz o gün orada olsaydık o kişilerden biri olacaktık. İsa o yüzden, bu olanlar kaleme alınırken bu detayların hiçbirinin atlanmamasını sağladı. 

İsa suçlamadı, yargılamadı, küçümsemedi. Niye inanmıyorsunuz, niye inanmadınız, söylemiştim, şimdi hatırladınız mı, derken de merhamet gösterdi. Zaferin büyüklüğünü ve gücünü sonunda kavrayan öğrenciler olmaları gereken karakterlerine kavuştular, bu dünyada yerine getirmeleri gereken hizmetlerini birer birer gerçekleştirdiler ve bazıları korkunç işkenceyle, bazıları sıradan insanlar gibi ama olağanüstü izler bırakıp ölerek Rablerine kavuştular. 

 

Yine çarmıhın hemen öncesinde İsa’nın öğrencilerine kısa süre sonra neler olacağını defalarca anlattığı kısma dönmek istiyorum. Bunları duydular, hatta Kutsal Ruh sayesinde Petrus İsa’nın kimliğini bile anladı. Peki neden bunlar olurken tamamen hazırlıksız gibi kalakaldılar? Neden olacakların önüne geçmeye çalıştılar ve olduğunda büyük hayal kırıklığı ve korku yaşadılar? Çünkü duymak, anlamak ve hatta bunlara o an inanmak bile başka, anlatıları birebir yaşamak başka. Yaşarken tanık olduklarınız her yönüyle iliklerinize kadar size başka bir şey anlatmaya çalışır. Fiziksel isteklerinize, duygusal beklentilerinize, aklınızın çıkarımlarına odaklanırsınız. 

 

İsrailliler Mısır’dan çıktıklarında, çölde ilerlerken, Mısır’da gördükleri onca mucizeye rağmen nasıl çölde o kadar akılsız ve isyankar olabildiler deriz, değil mi? Hakimler döneminde yaşananlar var, devamı var, aslında bütün Kutsal Kitap’ta anlatılanlar var. Hep aynı şey. Rab anlatır, uyarır, insan dinlemez, Rab kurtarır, insan sevinir, sonra unutur, kafası karışır, saçmalar, Rab olanları gösterir, sonuçları ağır olur, sonra Rab yine kurtarır. Kutsal Kitap hep böyle, biz de hep böyleyiz, değil mi? Rab bize bir şey göstermek istiyor, tekrar tekrar. 

 

Ve son belli. Bizler bu döngüden özgür kalacağız. Tüm yaratılış bu döngüden özgür kalacak. Rab kendisi de bu döngüden özgür kalacak. Bunun en büyük adımı İsa Mesih attı. Tanrı’nın Egemenliği geldi, aramızda yaşıyor. İmmanuel! Yani Tanrı Bizimle! Tek başımıza yapamadığımızı O’nun Ruhu’yla yapıyoruz, çünkü Rab mayamızı biliyor. Artık bu döngü sona ermek üzere. Vahiy kitabı bize bunun nasıl sona ereceğiyle ilgili birçok detay veriyor. Rabbimiz bu dünyada zayıflığı da tattı ama sonunda bütün gücüyle gelecek, tüm bu düzeni ortadan kaldıracak. İşte, her şey yazıyor orada. Rab yine birer birer olacakları bildiriyor insana, bizlere. 

 

Bugünlerde, felaket haberleriyle dolu bu karantina günlerinde insanlar bunu daha sık düşünüyor, daha sık anlamaya çalışıyor. Dünyada Hristiyanlar dahil, olanlardan samimi yürekle anlam çıkarma gayretinde olan çoğu kişi bir sonuca varmaya çalışıyor, iyi niyetli olanlar insanlığın yararına gelişime yönelik nasıl bir sonuç çıkarabiliriz diye görmeye çaba sarf ediyor. Oysa bizim önümüzde olacakları anlatan yazı var! Her şey bize anlatıldı. Vahiy kitabında yazılanların detayıyla ilgili yorumlar başka başka da olsa, asıl olan mevzuyu İsa ölmeden evvel öğrencilerine olacakları nasıl anlattıysa, şimdi bize ikinci gelişinden önce ve sonra yaşanacakları da o netlikte anlatıyor, vurguluyor. 

 

O zaman biz bunlara tanık olanlardan olursak, ne yapacağız, nasıl davranacağız? Ben kendi adıma diyorum ki, benim ilk refleksim tıpkı öğrencilerinki gibi olacaktır herhalde. İlk anda korkup kaçabilirim, Rab’bin anlattıklarını bildiğim halde yaşadıklarımdan o an başka sonuçlar çıkarmaya çalışabilirim, telafi etmeye, olmamış, tüm bunlar geçecekmiş gibi davranmaya çalışabilirim, görmeden inanmam diyebilirim… Benim de kendimi çok güçlü gördüğüm zamanlar vardı, ta ki zayıflığımla tekrar tekrar tanışana dek. İyi ki tanıştırdı beni Rab. Her seferinde önce nefret ettim, çok da direndim ama sonrasında kabullendim, bu da her seferinde biraz daha merhameti getirdi yüreğime. 

 

Şimdi, size vereceğim örnek belki çok uç gelecek ama diyelim ki şu an Şeytan bizzat karşıma çıktı. Şu an gerçekten Şeytan’la yüzleşsem, bence ben Şeytan’ın önünde diz çökerim ama tapınmak için değil, İblis gerçekten de benden güçlü olduğu için diz çökerim. Çünkü o gerçekten de insandan güçlü biliyorsunuz. İsa var diyorsunuz, değil mi? Haleluya tabii ki ve neyse ki, gerçekten neyse ki Rabbim İsa var! Ama ben şu an uçlarda bir resim vermek istiyorum size. Hayal ediyorum. Birebir onunla karşılaştım diyelim. Karşımda güçlü bir varlık var, korkarım elbette, dizlerimin bağı çözülür o yüzden. Ve o an sesim çıkabildiği kadar şöyle söylerim: Beni anında ezebilirsin. Beni kolayca suçlayabilirsin ve haklı çıkarsın. Beni ölümümde süründürebilirsin, eğer İsa  hayatımda olmasaydı. Ama İsa benim yerime öldü. Bende O’nun kanı, O’nun dirilişi var. Ben haksızım ama O beni akladı, o yüzden O beni savunur. Ben doğru değilim ama benim bağrımda İsa’nın doğruluğu var. Ben önünde duramam ama İsa’m çarmıhta senin başını ezdi. O benim kurtarıcımdır, O önümde ikimizin arasında duran savunucumdur, O benim sığınağım, kalkanım, dayanağımdır. 

 

İşte Vahiy’de anlatılanlardan böyle geçeceğiz. Kendi güçsüzlüğümü tanıyacağız, öğreneceğiz, kabulleneceğiz ve Rabbimiz’e önünde tapınarak diz çöküp tövbeyle bunları Rab’bin ellerine bırakacağız ve tüm bu bıraktıklarımıza arkamızı dönüp hizmetimize, işimize, ne yapabiliyorsak elimizden geldiğince yapabildiklerimize, önümüze bakacağız. Birbirimize ve Rab’be sevgimizi yitirmemek için her durumda Rab’be güveneceğiz, umudumuzla sevineceğiz, her zaman kendi yüreğimizi denetleyeceğiz, birbirimizi kollayacağız, bağışlayacağız. Başka yolumuz yok. Biz o günleri göremeyeceksek de, kendi evlatlarımıza bunu öğreteceğiz. Vahiy’de anlatıların dehşetine inanmalarını sağlayacağız. Ama aynı zamanda Rab’bin gücünü, bize duyduğu sözle anlatılamaz derin sevgiyi, bizim için neleri feda ettiğini ve en sonunda tüm yaratılışın en başından bile iyi duruma geleceğini öğreteceğiz. Öyle ki kendileri zayıf olsa bile gerçek güce hak ettiği kıymeti verebilsinler ve zayıflıklarının iyice bilincinde olup hem başkalarına hem kendilerine merhamet ederek ne olursa olsun İsa’nın yanıbaşında kalıp sona dek dayanabilsinler.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir