Yılbaşı veya yıl sonu kavramlarını garipsiyorum. Olmayan bir ipin üzerinden atlamak gibi, aslında var olmayan kendi yarattığımız eşikleri geçmek bizi mutlu ediyor. Zamana bağlı tüm kavramların, zamanın negatif etkisini kırmak için olumlu hale getirildiğine inanıyorum. Mesela doğum günü, aslında bir yıl daha yaşlandınız, dizleriniz tutmuyor, siyatiğiniz azdı, uzağı eskisi gibi göremiyorsunuz, çevrenizdeki yazıları Japonlara benzeyene kadar gözlerinizi kısarak okuyorsunuz. Ancak doğum günümüzü pastayla hediyeyle ağzımızda düdüklerle kutluyoruz. Evlilik yıl dönümleri cebinizde son kalan parayı sömürmeye and içmiş haşin kapitalizmin bir oyunu olmasına ve alacağınız hediyenin, bir gün sonra eşinizle yapacağınız kavgada bir kıymet-i harbiyesi olmayacağına dair emin olmanıza rağmen yine de ilişkinizin eskimesini de kutluyorsunuz.
Yılbaşı da aynı problemin laciverti. Siz yılbaşında veya yıl sonunda değişmiyorsunuz. Kullandığımız takvimi yapan adamlar takvimin bizim sandığımız gibi bir etkisi olduğunu düşünselerdi şimdi takvimi değil takvimi bulan kişilerin adlarını anıyor olurduk. Değişimin zaman ile bir ilişkisi var ancak bu sizin düşündüğünüz gibi değil…
Organize işler filminde, rahmetli sinema oyuncusu Erdal Tosun’un müthiş bir repliği vardı, kendisi “Neden bu kadar az konuşuyorsun?” sorusuna “Zamanında çok konuştum, bir yararını görmedim, bıraktım” cevabını vermişti. Birçoğumuz bu cevabı çok beğenmiştik, aslında kendimizi öyle hissettiğimiz çok oluyor. Yaşadığımız ilişkilerin sonucunda bu “olmuşluk seviyesine” ulaşmak hepimizin isteği haline gelmişti.
Olgunluk seviyesi dediğimiz kavram: Bir insanın zaman içerisinde anlayış, bilgelik, olgunluk açısından değişimini açıklamak için kullanılır. Bu yüzden birçoğumuz 40 yaşından sonra daha az konuşuyoruz, daha az görüş bildiriyoruz, daha çok 18 yaşımızdaki halimize öğüt verir gibi başkaları ile sohbet ediyoruz. Yaptığımız ve pişman olduğumuz, zaman makinesine atlayıp değiştirmek istediğimiz sorunlar, pişmanlık kapımızı zorladıkları için daha “olgun” bir karaktere bürünüyoruz.
İncil bu kavrama şu şekilde yaklaşır;
Olgunluk düzeyi kavramının içini doldurmak isterseniz birçok tanım sıralayabilirsiniz ancak bu kavram “ne değildir?” derseniz, çocuk gibi olmamak diyebiliriz. Zaman bize çocuk gibi olmamayı öğretiyor. Zamanın, çocukça davranışları üzerimizden attığımız, düşüncede ve davranışta olgunlaştığımız bir dönemi beraberinde getirdiğini düşünüyorum.
Zaman, bu durumu zorunlu kılmakta. Zaman sayesinde değişimin zorunlu olduğunu, ayak uydurmazsak duygusal olarak sorun yaşayacağımızı görüyoruz. Değişmemek bizi, sosyal ilişkilerimizde, duygusal ilişkilerimizde, bir karanlığa doğru götürüyor.
“Çocukça Davranıyorsun”
İnsan ilişkilerindeki bozulmaları “çocukça davranıyordu” bahanesi ile açıklayan insanlar ile karşılaşıyorum. Muhtemelen ben de onlardan biriyim. Yılbaşlarında, yıl dönümlerinde bu duygusal sorunlarımı 10’dan geriye sayarak geçmişte bırakmaya çalıştığım zamanlar oldu, ancak o ruh hali beni 2002 yılında da takip etti 2003 yılında da 2004 hatta 2024 yılında da peşimden geldiğine eminim.
Yıllar geçtikçe şu teoriye sıcak bakmaya başladım değişen yıllar olsa da değişmesi gereken benim dileklerim değil değişim konusundaki kararlılığımdır. Yıllar geçse de değişme isteğim değişmiyor. Bazen bir mum üflerken bunu diliyorum, bazen kafamda yıldızlı bir huni ile saat kadranında 24:00 rakamlarını okuduğumda diliyorum ancak değişimin ben onu tam olarak istemeden gelmiyor. İlişkilerinizde değişim sizin onu ne kadar istediğiniz, onun için ne kadar harekete geçtiğiniz ne kadar ileri gidebileceğiniz ile alakalıdır.
Mesela çok sevdiğiniz ve karakterinize, üzerine basılmış ve zeminle bütünleşmiş sakız haline gelmiş, davranışlarınızı değiştirerek başlayabilecek misiniz?
Özür dilemeyi, sabır etmeyi, uygun zamanda uygun olanı söylemeyi ve “büyüklüğün sizde kaldığı” zamanları kitaplardan okumak ve filmlerden izlemek yerine hayatınıza yerleştirmeye bugün başlamak ister misiniz?
İncil’in erdemli davranışlar konusundaki değiştiriciliği dünya üzerindeki hiçbir değişime benzemez. Bir dövme yaptırmak gibi düşünün, davranışın soyut olarak değil de görünürde ve içsel olarak sizde belirmesini sağlayacak yegâne kaynaktır İncil.
İncil’deki değiştiricilik, İsa Mesih baz alınarak yapılır. İsa Mesih, herkesi olduğu gibi kendisine kabul eder ancak olduğu gibi bırakmaz. İsteği, insanı değiştirerek kendine benzetmek, mutlaklık, kesinlik kazandırmaktır. O yüzden Hristiyanların değişim talep ettikleri bir yılbaşıları yoktur. Bizce yıl, çağ veya dönem İsa Mesih ile başladı ve değişim o var olduğundan beri zaruridir.
İncil şöyle söyler;
(Efesliler 4:13)
Biz Hristiyanlar için değişim, yılların başında, gün dönümlerinde ya da yarın başlamaz. Biz değiştiriliyoruz. Halen süren, devam eden, devinim içinde -durmadan çalışan bir makine misali- devam eden bir süreçtir değişim. Hristiyan değişiminin esası iyi davranışlar, mutlak iyilik ve dünya üzerinde herkesin amaçladığı, İsa Mesih’ten öğrendiği erdemler üzerine kuruludur.
Çocukluğu bıraktığımız, ancak gelecek hayatı, dünyadaki kötülüğü, nefreti kavradığımız, Tanrı’nın anlayışına nail olduğumuz ve değişimin zaruri haline sırt çevirmeden kırpıldığımız, budandığımız, düzeltildiğimiz bir yaşam tarzını benimsiyoruz.
İsa Mesih hepimizi çeşitli yerlerden çağırdı. Ancak bizi olduğumuz yerde bırakmadı. Değişmeliyiz, İsa Mesih bu konudaki tek ve mutlak sonuçtur. Onsuz değişim olamaz.
Sizi değişim konusunda isteklendiren de odur değişmeniz için yön veren de odur, değişim için güç veren de odur. Siz değişmeyi isteyin…