Dünya Kadınlar Günü

Yine 365 gün içerisinden seçtiğimiz bir gün ve yine o bir güne sığdırmaya çalışarak ertesi gün unuttuğumuz değerlerimiz. Kadınlar sadece 18 Mart’ta değerli değildir, anneler sadece mayısın ikinci haftası hatırlanmamalı, öğretmenler sadece 24 kasımda değer görmemeli. Ancak, nedenini çok kestiremediğim, yine de “Bence vicdanımızı rahatlatmak istiyoruz” diyerek anlamlandırdığım 1 günlük erdemlerdir bunlar. 18 Mart’a gelene kadar, kocası tarafından öldürülen, çocukları tarafından öldürülen, koruyamadığımız birçok kadının ismi var hatıralarımızda. Toplumun kadına bakış açısı çarpıktır.

Mesela, dışardaki çocukların annelerine küfrettiğini duyuyorum. Gayet sırıtarak ve eğlenerek annelerini kendi küfürlerine konu yapıyorlar. Çok ilginçtir, ülkede namus cinayetleri gırla gidiyor, yani iş namusa gelince ilk önce öldürülen gene kadınlar, kimse erkeğin namusu ile ilgili hesap sormuyor, bütün fatura kadınlara kesiliyor, bir de üstüne, küfür edilen yine kadınlar. Küfürlerin konuları gene kadınlar, erkeklerin ağızlarında dönen küfürlerin baş aktristi kadınlar. Neden?

Erkeğin namusu erkeğin tekelinde mi, aynı zamanda bu kadının namusu olmuyor mu? Tabii erkeğe ve onun erkekliğine küfrederseniz sizi öldürebilir ancak kadına ve onun kadınlığına dil uzatıldığında birçok kişi (bu çocuklarımıza sirayet etmiş) bunu hoş karışılıyor. Ancak maalesef kadınlarımız kendilerini koruyamıyor ve bu iki yüzlü toplum kadına yapılanı reva görüyor. Toplumun genelinde kendini koruyamadığı için pozitif ayrımcılığa ihtiyaç duyan bir “Kadın” anlayışı var. 

Neden bugün erkekler gününü konuşmuyoruz. Sayıca çok olan erkekler değil mi? Erkekler de zorluk çekmiyorlar mı? Onları da hatırlamamız gerekmiyor mu. Ancak bu çarpık düzenin mimarı da erkekler. Maalesef düzen o kadar çarpık ki dezavantajlı duruma düşmüş grupların acılarını yüreklerinde bir nebze hafifletmek için bu tür günler düzenleniyor. Ellerinde çiçeklerle “yıllardır, sizleri dövüyoruz, eziyoruz, öteliyoruz, kusura bakmayın bizlere aldırmayın” demenin bir yolu olmuş, kadınlar gününü kutlamak.

Bakın güncel bir bilgi, 2025 yılına gireli ne kadar oldu ki;

2025 yılının Ocak ayında, Türkiye’de erkekler tarafından 33 kadın öldürülmüş ve 32 kadın şüpheli şekilde ölü bulunmuştur. Bu kadınlardan 8’i, boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, evlenmeyi reddetmek veya ilişkiyi reddetmek gibi kendi hayatlarına dair kararlar almak istedikleri için öldürülmüştür. Öldürülen kadınların %70’i kendi evlerinde, yani en güvende olmaları gereken yerde yaşamlarını yitirmiştir. Bu veriler, toplumumuzda kadına yönelik şiddetin ne denli ciddi boyutlara ulaştığını ve acil çözüm bekleyen bir sorun olduğunu göstermektedir.​ 

Kadınları koruyan hukuksal değişikliklere rağmen, okullarda ders diye okutuluyor olmasına rağmen, günlük hayatta bilindik, güneşin aydınlığı kadar aşikar bir gerçek olmasına rağmen, ne toplumun kadına bakış açısı ne de kadına yaklaşımı değişmiyor.

Ancak; madalyanın diğer yüzüne de bakalım.

Eşitlik arayışı, kadınların haklarını savunma mücadelesinin en temel taşıyken, bazı çevrelerde bu mücadele amacından saparak yeni bir düşmanlık ortamına dönüşmeye başladı. Pozitif ayrımcılık, kadınların dezavantajlarını dengelemek için bir araç olarak geliştirilmiş olsa da zamanla bazı kesimlerde erkeklere yönelik genel bir suçlama diline evrildi. “Tüm erkekler suçludur” gibi yaklaşımlar, toplumsal birlikteliği ve gerçek adaleti sağlamaktan çok, cinsiyetler arasında gereksiz bir savaş yaratıyor. Kadın-erkek mücadelesi, düşmanlık üzerine değil, adalet ve karşılıklı anlayış üzerine kurulmalı. Gerçek eşitlik, bir tarafın diğerini yok saymasıyla değil, herkesin birey olarak değer görmesiyle mümkündür. Bugün bazı radikal söylemler, kadın hakları hareketinin özünü gölgeleyerek toplumu kutuplaştırıyor. Oysa ki, güçlü bir toplum inşa etmek, kadın ve erkeğin birlikte var olması ve birbirini desteklemesiyle mümkündür.

Hak arayışı yeni bir düşmanlığı doğuruyor. Kadınların hak arayışlarının savrularak çok uç bir anlayışa evriliyor olması da doğru değildir. Evet, toplumun kadına bakış açısı bozuktur, ancak bu bozukluğu toplumun erkeğe bakış açısını bozarak, düşmanlaştırarak çözmek mümkün değil.

Düşmanlık düşmanlığı doğuracak, bunu görmek gerekiyor. 

Bence ne erkeğin gözünden ne de kadının gözünden bakınca bu durum düzelmeyecek, ancak Tanrı’nın gözünden bakınca düzelecek. Bizi yaratan odur.

Kutsal Kitap, kadınların Tanrı’nın gözünde erkeklerle eşit değerde olduğunu açıkça belirtir. Yaratılış 1:27’de, “Tanrı insanı kendi suretinde yarattı; onları erkek ve dişi olarak yarattı” denilir. Bu ifade, kadının da erkek gibi Tanrı’nın benzeyişinde yaratıldığını ve eşit bir değer taşıdığını gösterir. Yeni Ahit’te ise, Galatyalılar 3:28 şöyle der: “Artık Yahudi ya da Grek, köle ya da özgür, erkek ya da kadın yoktur; çünkü hepiniz Mesih İsa’da birsiniz.” Bu ayet, Tanrı’nın insanlara cinsiyet ayrımı yapmadan baktığını ve kadın-erkek ayrımcılığının Mesih’te bir anlam taşımadığını vurgular. Ancak, insan eliyle oluşturulmuş toplumsal normlar, Tanrı’nın başlangıçta koyduğu dengeyi bozmuştur. Gerçek eşitlik, yalnızca belirli günlerde anımsanan bir erdem değil, her gün yaşanması gereken bir ilke olmalıdır. Tanrı’nın adaletini yansıtan bir toplumda, kadının yalnızca korunmaya değil, saygı görmeye ve eşit muameleye ihtiyacı vardır.

Kilisenin toplumun içerisinden değil ancak İncil’in içerisinden almış olduğu değerlere sımsıkı tutunması gerekir. Maalesef bu eğri kuşağın içerisinde aile değerlerine, karşıdakine olan yaklaşımımız bir örnek teşkil edip en azından yakın çevremizi değiştirecek.

Son Eklenenler

İlyas Uyar adlı yazardan...

Yazı, yazar vs. arayabilirsin!