Bu ülke çok katliam gördü. Belki de bu katliamları saymaya kalkarsak yorulup yarıda bırakacağız. Maalesef her katliamın arkası nefret dolu bir şekilde hazırlanır, ülkemizdeki hiçbir katliam da durup dururken başlamadı. Zaten kitlesel olaylar bir anda ortaya çıkıp infial yaratmaz ancak öncesindeki olaylar sonucun ne olacağını gösterir.
1978 yılında Maraş Katliamı olduğunda bir tarafta Aleviler diğer tarafta ise Sünniler vardı ve ülke sadece belli bir kesiminmiş gibi sloganlar atıldı. Bu sloganlara yabancı değiliz çünkü aynı slogan 1993 yılında Sivas’ta da atılmıştı. Daha sonra yakın bir tarihe, 2007 yılına geldiğimiz zaman yine benzer ifadeleri gazetelerin manşetlerinde okuduk.
Bu olayların hemen ardından hükümet yetkilileri ve halk sağduyu çağrısı yaptılar. Halkın büyük bir çoğunluğu bu olayları lanetledi. Çünkü insanlar ölüyordu ve bu ölümler kabul edilebilir değildi.
Şimdi geldik 17 Haziran 2021’e, yani günümüz aydın Türkiye’sine. Gencecik bir kız, inandığı dava uğruna katledildi. Yine herkes tarafından bir lanetleme ve kabul edememe durumu söz konusu oldu.
Peki sonuç değişti mi? Maalesef sonuç öncekilerle aynıydı. Geriye yıkılan bir hayat ve gözü yaşlı sevenleri kaldı…
Maalesef ülkemizde bitmeyen derin bir kutuplaşma var. İki karşıt grup bir araya geldiği zaman orada yumruklar ve silahlar konuşuyor. Karşılıklı bir şekilde konuşup birbirimizi anlamayı bilmiyoruz. Çünkü biz, aşkını da davasını da sonuna kadar en sert haliyle yaşayan bir ülkeyiz.
Bizi bu sertliğe iten etkenlerden biri de büyüklerimizdir. Annemin güzel bir sözü vardır, “Büyük neyse küçük de odur”. Bu sözü hiç unutmam çünkü biz büyüklerimizin yolundan gideriz, onlardan ne görürsek onu yaparız.
Ülkemizin liderleri ötekiler, karşı taraf diye konuşmaya başlarsa biz de oraya doğru gideriz. Onlar meydanlarda konuşurlar bizler de sahada uygularız.
Bunun adı kutuplaştırmadır, ötekileştirmedir. Gencecik bir kız sırf bu ötekileştirmeden dolayı katledildi. Halbuki onun inandığı bir davası vardı. Geleceğini çocukları ile kuracağı bir hayali vardı.
Peki onu katleden o kişinin hayalleri yok muydu? Ailesi, arkadaşları ve geleceği yok muydu? Vardı ama öyle bir kutuplaştırdılar ki bizi maalesef ne hayaller kaldı ne de gelecek çünkü büyüklerimiz konuştular; terörist dediler, hain dediler… O zaman büyüklerimiz böyle dediyse ölmeleri gerekir.
İşte bu kutuplaşma sonucu ortaya çıkan duygu nefret, kin ve ölümdür. Peki ne yapalım da bu kutuplaşmayı önleyelim?
Biz kendi halimizde inancımızı yaşamaya çalışan Hristiyanlarız. Bizim bu kutuplaşmaya karşı bildiğimiz tek bir çözüm yolu vardır, SEVGİ.
Peki neden ağzımızdan bu sevgi eksik olmuyor. Çünkü bizim büyüğümüz bize dedi ki karşılıksız bir şekilde seveceksiniz. Biri size tokat atıyorsa diğer yanağınızı çevireceksiniz. Eğer düşmanınız acıkmışsa onu doyuracaksınız.
Bir de bizim büyüğümüz bunları söylerken sadece konuşmadı. Çarmıha gerildiği zaman ona acı çektirenler için dua etti. Onu yakalamaya gelenlere şifa verip onları iyileştirdi. Bizim büyüğümüz bize sevmeyi öğretirken kendisi de sevdi.
Bizler de büyüğümüzün sözünü dinliyoruz ve seviyoruz. Hiçbir şey bilmesek bile şunu biliyoruz; bizim büyüğümüz sevgiyle insanları kazandı. Biz de büyüğümüzü dinleyerek sevginin kazanacağını biliyoruz.
Peki sizin büyüğünüz bu olaylar karşısında size ne öğretiyor?
Ötekileştir ya da kim olursa olsun sev mi diyorlar?