GÜNÜMÜZ İSRAİL’İ HAKKINDA NE DÜŞÜNMELİ, NEYE İNANMALIYIZ?

Birçokları Orta Doğu’nun şiddete bürünmüş halini, rakip ideolojilerin, umutların ve arzuların kaynadığı bir kazan olmasını, İsrail’in bölgedeki varlığına bağlar. Hristiyanların, günümüz İsrail’ine ilişkin görüşleriyse değişkenlik gösterir. Bazıları İsrail’in bir ülke olarak 1948 yılında yeniden kuruluşunu, Kutsal Kitap’taki peygamberliklerin gerçekleşmesi olarak görür. Bu kesim genellikle İsrail politikalarına destek verir ve bu politikaları eleştirmez. Bazıları ise, politik nedenlerden ya da tanrı-bilimsel duruşlarından ötürü günümüz İsrail’in Tanrı’nın halkı olduğu fikrini reddeder. Bu gruptakilerin bazıları, Tanrı’nın tasarısındaki İsrail halkının yerine Kilise’nin geçtiğini savunan ve “yer değiştirme ilahiyatı” olarak adlandırılan bir öğretiye inanır.

“Doğuda, hem Kalkedonya kiliseleri (Roma Katolik, Rum Ortodoks), hem de özellikle diğer kiliseler (Süryani, Kıpti, Habeşi, Ermeni), İsrail devletinin varlığını ve özellikle Yahudi inancını, Hristiyanlığın ilk döneminden beri kilise kurumlarının idaresi altında olan dini duruma yapılan haksız bir müdahale olarak görmektedir. Bu kiliseler müştereken benimsedikleri yer değiştirme öğretisi uyarınca kendilerini ilk kilisenin dolayısıyla da eski İsrail’in gerçek varisleri (devamı) ve Kutsal Topraklar ’ın yasal bir parçası sayarlar.” [1]

Bu görüşte olanlar Eski Antlaşma’daki vaatlerin Kilise’ye ait olduğuna inanır; ancak bu vaatleri ilk verildikleri zamanki gibi sözlük anlamlarıyla değil, ruhsal anlamda değerlendirirler. Knox İlahiyat Fakültesi Müjdecilere Açık Mektubu’nun 6. önermesinde, “Bu vaatlerin geçerliliği herhangi bir etnik topluluk için değil, gerçek İsrail, yani İsa Mesih’in kilisesi içindir” [2] diye bildirilir. Aynı mektubun 9. önermesinde ise şöyle yazar:

“Herhangi bir etnik ya da dini topluluğa Orta Doğu’da ‘Kutsal Topraklar’ olarak adlandırılan bölge üzerinde yetki/hak tanınması Kutsal Kitap’la desteklenemez. Nitekim Eski Antlaşma’da İsrail halkına verilen toprak vaadi Yeşu’nun önderliğinde yerine gelmiştir. Yeni Antlaşma’daki peygamberliklerde ikinci tapınağın İ.S. 70 yılında yıkılacağı açıkça bildirilir. Yeni Antlaşma yazarlarının hiçbiri, Eski Antlaşma’daki peygamberlerin İ.Ö. 586 yılında tapınağın ilk yıkılmasının ardından yapmış olduğu gibi, İsrail halkının ülkede yeniden bir araya toplanacağını önceden bildirmez. Ayrıca Eski Antlaşma’da vaat edilen toprakların kapsamı, Yeni Antlaşma’da tutarlı ve kasıtlı bir biçimde genişletilir; bunun amacı İsa Mesih’in evrensel egemenliğinin açıklanmasıdır: Gökte Davut’un tahtından hüküm sürmekte olan Mesih, Lütuf Müjdesi aracılığıyla bütün ulusları bu evrensel ve ebedi egemenliğe katılmaya davet etmektedir.” [3]

Mesih imanlısının birbirine karşıt bu yaklaşımlar karşısında İsrail’e ilişkin duruşu ne olmalıdır? Bu makale, günümüz İsrail’i ve onun geleceğiyle ilgili üçüncü bir bakış açısı sunmaktadır.

Kral Davut’a ebedi bir krallık vaat edilmişti (2Sa. 7; 1Ta. 17). Bu vaat sonsuza kadar sürecek bir hanedanlığa ve tahta işaret ediyordu. Davut soyunun krallığı İ.Ö. 586 yılında Babil sürgünüyle kesintiye uğradı. Bu krallık, gelecekte Mesih geri dönüp Yeruşalim ’deki tahtına oturduğu zaman nihai olarak gerçekleşecektir. Fruchtenbaum, Tanrı’nın egemenliğinin üç yönüne dikkat çeker: Tanrı’nın tüm evrene sonsuza dek egemen olması (Mez. 93-100; 145; Dan. 4:17,25,32); imanla sahip olunan kurtuluşta kanıtlanan Tanrı egemenliği (Mat. 6:33; Yu. 3:3-5, Kol. 1:13-14) ve Tanrı’nın seçtiği bir aracı vasıtasıyla egemenlik sürmesi.

Aracıya dayalı egemenlik, Eski Antlaşma’daki krallık döneminde görülür ancak nihai şekli Mesih’in yeryüzünde, gelecekte sürdüreceği egemenliktir (Yşa. 2:1-4; 9:6-7:11; 24-27; 35; 60; Yer. 31:31-34; Hez. 11:19-20; 36:26-28; 37; 40-48 vs). [4] Egemenliğin birinci yönü her zaman mevcuttur. İkinci yönü, Eski ve Yeni Antlaşma dönemlerindeki imanlıların yaşamlarında varlığını sürdürür. Üçüncü yönüyse henüz geçerli değildir, fakat gelecekte gerçekleşecektir.

Dolayısıyla Kilise, Tanrı’nın tasarısındaki İsrail halkının yerine geçmemiştir. (Rom. 11:12-29). Eski Antlaşma’daki vaatler, Kilise’ye belirgin biçimde tahsis edilmediği sürece, gelecekte gerçekleşecektir. Eski Antlaşma’da koşulsuz şekilde verilen ve yine Eski Antlaşma’da tamamen gerçekleşmemiş olan vaatler, bugün de aynı güçle geçerliliğini korumaktadır. Eski Antlaşma’daki bir vaat Kilise’ye atfedilmiş olsa dahi, Kilise bünyesinde gerçekleşmiş olduğu söylenmediği sürece, İsrail halkı için geçerli sayılmalıdır. “Tanrı’nın, zaman içinde genişleterek verdiği vahyinde görülen ilerleme, genişleme, önceden verilmiş koşulsuz vaatleri geçersiz kılmaz.” [5]

Kilise bu bildiriyi öğrenmeyi sürekli olarak reddediyor. Belki de gizlice, bilinçaltından kendi varlığının insan gücüne dayandığına inanıyor, bu yüzden Tanrı’nın kendisine gösterdiği merhameti anlayamıyor ve dolayısıyla Tanrı’nın, inançsızlığını hâlâ sürdüren İsraillilere olan merhametini de kavrayamıyor. Bunun sonucunda Tanrı’nın kendi halkı olan İsraillileri reddettiğini ve onların yerine Hristiyan Kilisesi’ni geçirdiğine dair bu çirkin ve Kutsal Kitap’a aykırı görüşü benimsiyor. Bu üç bölümde (Romalılar 9-11) Kilise’nin, ilk ve son olarak Yahudi halkının yerini aldığına dair bir söylemde bulunmamız kesinlikle uygun değildir. Buna rağmen Kilise’nin, Tanrı’nın halkı olarak İsraillilerin yerine geçtiği varsayımı oldukça yaygındır. İsrail’in yerine Kilise’nin geçtiğine dair ifadeleri ben de birkaç kez yazılarımda kullandığımı utançla itiraf ediyorum. [6]

Eski Antlaşma’daki İsrail halkı hiçbir zaman Kilise’nin simgesi olarak gösterilmez. Bazı ayetlerde (örneğin, 1Pe. 2:9-10), hizmet etmek ve görevin yerine getirilmesi açısından Kilise ile geçmişteki İsrail halkı arasında benzerlik kurulmuş olsa da kimliklerin doğrudan doğruya yer değiştirmesi söz konusu değildir. [7]

Carl B. Hoch, Yeni Antlaşma’daki tartışmalı on bir parçayı (Mat. 19:28; Luk. 22:30; Rom.9 :6; 11:26; 1Ko. 10:18; Gal. 6:16; Ef. 2:12; İbr. 8:8,10; Va. 7:4 ve 21:12) inceledikten sonra şu sonuca varır: “İsrail halkı terimi Yeni Antlaşma’daki diğer ulusları kapsamaz, yalnızca Yakup’un soyundan gelenlere mahsustur. [8] Galatyalılar 6:16, “yer değiştirme öğretisini” desteklemek amacıyla sıklıkla başvurulan bir ayettir. Buradaki “Tanrı’nın İsrail’i’” tabiri en doğru şekliyle imanlı Yahudiler olarak anlaşılmalıdır. Bu hem cümlenin gramer yapısıyla (ayetteki “ve”, “bile” anlamında geliyor olabilir), hem de Galatyalılar mektubunun bağlamıyla uyumludur. Pavlus Galatyalılar’a Mektup’ta iman yoluyla elde edilen kurtuluşu ve kurtuluşa Yasa’nın kurallarını eklemeye çalışan Yahudi yanlıları konu etmiştir. Bu nedenle, mektubun sonlarına doğru yer alan bu ayette Pavlus açıkça, Tanrı’nın halkı İsraillilerin bile “yeni yaradılışı” giyinerek kurtulduklarını bildirmektedir.

Pavlus ayrıca; (Yahudiler ve diğer uluslardan oluşan) Kilise’nin karşılıklı ortaklığı ve birliğinin İsrail’in – hem o zamanki bir bölümünün hem de gelecekte ulus olarak – kurtuluşunun sağlanması için Tanrı tarafından kullanıldığını öğretir (Ef.2:11-3:13). Kurtuluşun kapısını diğer uluslara açan, İsraillilerin bir bölümünün yüreğinin “nasırlaşmasıdır” (Rom. 11:12 vd).

İsa açık ifadeler kullanarak Tanrı’nın Egemenliği’ni, Davut’la yapılan antlaşmanın yerine getirilişi olarak tanıtır. İsa, İsrail halkının onun Mesihliğini kabul etmediğine dikkat çeker, yaklaşmakta olan yargıya ve egemenlik vaadinin geri alınmasına dair uyarılarda bulunur (Mat. 21:33-44; 22:1-7; 23:37-24:2; Luk. 19:11-27; 21:20-24). İsraillilerin İsa’ya verdiği karşılık, her ne kadar İ.S. 70 yılında bir başka sürgüne yol açmışsa da Yahudilerin bir kısmının kurtulacağı vaadini ortadan kaldırmamıştır (krş. Rom. 11).

İsrail şu anda, Tanrı’nın kendileriyle yaptığı antlaşmayı yerine getirmemenin lanetlerine maruz kalmış olmasına karşın (çoğu İsrailli hâlâ ‘sürgündedir, yani İsrail’de yaşamıyorlar), bu durum gelecekte antlaşmanın vaatlerine sahip olacağının kesinliğini değiştirmez. İsrail’in topraklardaki devredilmez hakkı itaatine değil, Tanrı’nın kendi vaadine olan sadakatine dayanır. Bu “toprak vaadi” sonsuz bir nitelik taşır (krş. Yer. 7:7; 25:5). İsrail şu anda bir ulus olarak vaat edilmiş topraklardan gerçek anlamda yararlanmamaktadır, ancak bu hak hâlâ onlarındır (Yar. 12:1-3; 15; 26:3-4; 28:13-15). Tanrı vaat ettiği ulusal çaplı yenilenmeyi gelecekte gerçekleştirdiği zaman bu topraklar onların olacaktır (Rom. 11:25-27; Hez. 11:19 vd; 36:24-26; 37).

Kimileri 1948 yılının İsrail halkının inançsızlıktan geri dönüşünün ilk adımları olduğuna inanır; ancak bu konuda emin olamayız. İsrailliler geçmişte de topraklarına aşamalar halinde -1897, 1948 ve 1967 yıllarında- geri dönmüştü. Dünyanın onlara şimdiki bakışını hesaba katarsak, yeniden sürgüne gönderilmeleri bile olasıdır. Yine de kesin olan bir şey vardır: İsrail’in şimdiki inançsızlığı ya da antlaşmanın lanetlerine maruz kalması, onu Tanrı’nın tasarısının dışında tutmaz. İsrail’in Tanrı’nın tasarısındaki yerini hâlâ koruduğu kabul edildiği zaman, bu tarihi geri dönüşlerin İsrail açısından önem taşıdığı anlaşılır.

İsrail’in gelecekteki durumu bellidir. Sıkıntı dönemi, İsrail halkının RAB Tanrı’yı reddetmekte gösterdiği inadı kıracaktır (Yer. 30:4-7). İsrail halkı bu sıkıntı dönemi sırasında Mesih Karşıtı’nın öncülüğünde dünya çapında zulüm görecektir (Va.12). Bu dönemde Yahudi nüfusunun üçte ikisi (imanlı olmayanların tamamı) yaşamını yitirecektir (Zek. 13:8-9). Bu dönemde Tanrı tarafından korunan bir topluluk olacaktır (krş. Va. 7:1-8’deki 144 000 kişi). Sonuç olarak İsrail halkı günahını itiraf edecek, Mesih’in geri dönmesi için yakaracak ve kurtarılacaktır. O sırada halkın Yeni Antlaşma’da açıklanan eski gönencine kavuşması, halkın vaat edilmiş topraklara yeniden kavuşması ve Davut soyunun krallığının eski durumuna getirilmesi gerçekleşecektir (Hez. 20:33-38, 22:17-22; 36:22-28, 37; Zek. 12-14). [9]

Bu konuların ışığında, imanlının günümüzdeki İsrail’e bakışı nasıl olmalıdır? Kutsal Yazılar, İsrailliler, özellikle de onların Filistinlilerle olan ilişkisi hakkında hangi doğrultuda yol gösterir?

  • İsrail’in kendi arasında yaşayan diğer halklara karşı adalet göstermesini öngören Kutsal Kitap’a dayalı bir sorumluluğu vardır (Çık. 22:21; 23:9; Yas. 10:18-21; 16:11-15; 24:14-21). İsrail, eğer Araplar dahil, diğer halklara adil davranmayıp Kutsal Kitap’ın koşulunu yerine getirmezse, RAB Tanrı tarafından sorumlu tutulacaktır.
  • Yönetimler, polis ve asker gücü kullanmak suretiyle, adaleti koruma ve sürdürme hakkına sahiptir (Rom. 13:1-7; 1Pe. 2:12-15). Hem İsrail hem de Filistin yöneticileri, şiddet eylemleriyle karşı karşıya geldiği zaman bu hakkı kullanmak durumundadır.
  • Terörizm, kimin tarafından gerçekleştirildiğine bakılmaksızın, daima yanlıştır.
  • İsmail de Tanrı tarafından kutsanmıştı (Yar. 16:11-12; 21:18 vd). Bu kutsama Arap halkları için gelecekte kurtuluşla sonuçlanacaktır (krş. Yeşaya. 19:25-27; 60:5-7). Mesih’in Müjdesi’nin Araplara, Filistinlilere ve Müslümanlara duyurulması, Tanrı’nın tasarısının bir parçasıdır.
  • Kutsal Kitap’ta İsraillilerle birlik olan hiçbir ulus eleştirilmez. Tanrı, Kutsal Yazılar’ın başından sonuna dek İsrail’i yargılamak için çevresindeki halkları kullandı, ancak bazı uluslar Tanrı’nın isteğinden daha da ileri gittikleri için kendileri de Tanrı tarafından yargılandı. Bu uluslar İsraillileri yok etmeye çalıştı (Tanrı Filistlileri, Asurluları, Babillileri vb. bu amaçla kullanmıştır; ancak Yeşaya 10. bölümde Asurluları cezalandıracağını bildirir). Filistinliler her iki anlamda da bu uluslardan biri olabilir mi?
  • İsrail halkının, Eski Antlaşma dönemindeki günahlarına, diğer uluslarla ittifaka girmesi ve askeri gücünü ilahlaştırması da dahildi. Tanrı İsrail halkıyla yaptığı antlaşma uyarınca onları koruyacaktı, bu yüzden onlar başka hiçbir güce ihtiyaç duymayacaktı. Oysa günümüzdeki durum böyle değildir. İsrail’in başka uluslarla kurduğu ittifaklar, savunmasının önemli bir parçasını oluşturur.
  • İsraillilerin, İ.Ö. 6. yüzyıldaki sürgünden geriye dönüşleri yarıda kalmıştır. Birçok Yahudi hâlâ vatanlarının dışında yaşamaktadır. İsrail halkının, Mesih’in yeryüzüne ilk gelişinde O’nu reddetmesi, onların hâlâ antlaşma lanetine maruz halde, yani hâlâ sürgünde olduğunu gösterir.

Tanrı’nın Kiliseyle, uluslarla, İsrail halkıyla ve dünyayla ilgili tasarılarının gerçekleşmesi için hep birlikte dua edelim. Tanrı’nın bu dünyada gerçekleştirdiklerinin övülmesi, Tanrı’yı yüceltmenin bir yoludur. [10] Siyasetçiler gibi değil, Mesih imanlıları gibi davranalım. Ancak Mesih geri döndüğü zaman gerçekleşmesi mümkün olacak olan Yeruşalim ’in esenliği için dua etmeye devam edelim. Tanrı’nın Egemenliği’nin gelmesi için dua edelim. Bu konuda İsa Mesih bizden bundan fazlasını istemedi (Mat. 6:10).

Tanrı, İsrail halkını ulusları kutsama aracı olarak seçti (Yar. 12:1-3; 22:18; Mez. 67; Yşa 49:6). Pavlus’a göre bu kutsama imanla kurtuluş konusunda (Gal. 3:6), İsrail de dünyaya kurtuluş müjdesinin yayılması konusunda kilit unsurdur (Rom. 11:12 vd). İmanlı insan İsrail halkını sever, çünkü dünyayı sever; İsrail halkını sever, çünkü Tanrı da İsrail halkını sever.

  • [1]

Randell Price, “Is the Modern State of Israel Significant Prophetically?”, PreTrib Reasearch Center, < http://www.pre-trib.org/article-view.php?id=218 > (2 Haziran 2008 tarihinde erişilmiştir)

  • [2]

R. Fowler White ve Warren A. Gage,“An Open Letter to Evangelicals and Other Interested Parties: People of God, the Land of Israel, and the Impartiality of the Gospel ”, Knox Theological Seminary/İlahiyat Fakültesi (Ft. Lauderdale, Florida, 2002). < http://www.bible-researcher.com/ openletter.html > (3 Haziran 2008 tarihinde erişilmiştir)

  • [3]

A.g.e.

  • [4]

Arnold Fruchtenbaum, Israelology: The Missing Link in Systematic Theology (San Antonio, Texas: Ariel Ministries, 1994), s. 609-611.

  • [5]

John S. Feinberg, “Systems of Discontinuity,” in Continuity and Discontinuity: Perspectives on the Relationship Between the Old and New Testaments, ed. John S. Feinberg (Westchester, Illinois: Crossway Books, 1988), s. 76.

  • [6]

C. E. B. Cranfield, A Critical and Exegetical Commentary on The Epistle to The Romans, 2 Cilt. (Edinburgh: T & T Clark, 1979), 2. Cilt, s. 448 alıntı yapan: Thomas Ice, “What is Replacement Theology?”, Pre-Trib Research Center, < http://www.pre-trib.org/article-view.php?id=249 > (2 Haziran 2008 tarihinde erişilmiştir)

  • [7]

Robert Saucy, “Israel and the Church: A Case for Discontinuity,” Continuity and Discontinuity: Perspectives on the Relationship Between the Old and New Testaments, ed. John. S. Feinberg (Westchester, Illinois: Crossway Books, 1988), s. 249. Saucy’nin “yer değiştirme öğretisiyle” ilgili vardığı her sonuç etkileyicidir. Eğer “yer değiştirme öğretisi” gerçek olsaydı, Tanrı’nın Kilise’ye yönelik, kurtarışa dayalı amaçlarının güvenirliğini sorgulayan bir durum yaratırdı; a.g.e., s. 259. Antlaşma vaatleri koşulsuz olduğuna göre (tartışmalı noktanın bu olduğunu anlıyorum), Tanrı’nın verdiği vaatlerden vazgeçmesi, O’nun sadakatinin değişken olduğunu da gösterir (krş. Rom. 11:29). Aynı durum, Kutsal Kitap’ın ve Kuran’ın geçerliliği tartışılırken de geçerlidir. Müslümanlar Kutsal Kitap’ın, Kuran’ın daha üstün olan vahyi ışığında, feshedilmiş olduğuna inanır. Ancak bir insan, Tanrı’nın bir vahyini (Yeni Antlaşma’yı, ki metinde onun daha aşağı bir nitelikte olduğunu belirten hiçbir ifade yer almaz) feshedebileceğini kabul ediyorsa (Müslümanlar için mümkün ve beklenilirdir bu), daha sonra verilen bir başka vahyi de (Kuran’ı) feshedebileceğini kabul etmesi gerekir. Bu çıkarım kaçınılmazdır.

  • [8]

Carl B. Hoch, Jr., All Things New (Grand Rapids, Michigan: Baker Books, 1985), s. 282. Yazarın buradaki amacı Tanrı’nın halkı, İbrahim’in soyu, tapınak ve benzeri diğer terimlerin “İsrail halkının yerine bir başka topluluğun geçirilmesini” ya da İsrail teriminin “ruhsallaştırılmasını” gerekli kılmadığını açıklamaktır. A.g.e., s. 292.

  • [9]

Fruchtenbaum, Israelology, 766-818.

  • [10]

http://faculty.bbc.edu/mstallard/Biblical_Studies/Methodology/ Methodology.htm (3 Haziran 2008 tarihinde erişilmiştir) Bkz. ‘Focus on the Glory of God in Dispensationalism’ (Power Point). [Ed.: Bu sayfa ve sunum kaldırılmıştır, artık sitede bulunmuyor.] Bu sunumda, Tanrı’nın yüceliği kavramının kusursuz bir betimlemesi görülür. Burada Pier’in, ‘Tanrı’yı en çok yüceltmiş olduğumuz zaman, O’ndan en çok zevk aldığımız zamandır,’ düşüncesi reddedilmez. Stallard’ın sunumu, bu bakış açısını genişletir ve imanlı bireyin ötesine -İsrail halkına, uluslara, doğaya, meleklere vb.- taşır.

Yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Popüler Yazılar